107- Savaş

1.9K 132 124
                                    

Sabahım, gün ortam, akşamüzerim... Gecelerim... Hangi birine iyi başlamaya çalışsam bir anda kum tanesine dönüşüyordum. Ortaya dökülen kum tanelerini bir araya avuçlarımızla getirebilirdik ama ya hafif bir rüzgar çıkıp taneleri farklı farklı yerlere sürüklerse? Benim ufacık bir rüzgara karşı bile direncim kalmamıştı. Sabahımı zehirle açtım.

Koltukta oturmuş, karşımdaki sehpaya bıraktığım oyuncak bebekle göz gözeydim. Ama onun gözleri yoktu ki. Kanlı yaşları görüntüme hakimdi. Bana verilen en büyük gözdağıydı belki de. Beni Arkadaşım Bebek ile korkutmaya çalışıyorlardı. Bebeğimi benden alana kadar durmayacaktı. Temizlenmeliydim. Bir şeyleri paklamalıydım.

Bedir'in mutfaktan kısık sesi geliyordu. Telefonla görüşüyordu, muhtemelen babasıydı. Aydız ve Osman da yanındaydı. Ben ise salonda, kanlı göz ile karşılıklı oturuyordum. Bir de hâlâ uyumakta olan papağan... Şu an onun sesini duymaya o kadar ihtiyacım vardı ki. Çirkin sesiyle beni rahatlatabilirdi. Zihnimi küfürleriyle doldurabilirdi. Gözlerimi, sökülmüş gözlerden koparabilirdi.

"Anne!" diye bağırmasıyla korkuyla yerimden sıçradım. Elim kalbime giderken bakışlarım kafesindeki papağanı buldu. Kafesin kapısını hiç kapatmazdık. "Çok çirkin! İmdat!" Lafları oyuncak bebeğeydi. Bir anda ters dönüp yatmasıyla bayılmış olabileceğini düşündüm. Başımı iki yana sallayıp oturduğum yere yeniden tünedim. Her ne kadar rahatlamak istesem de şu anki ciddiyetin bozulmasına izin veremezdim. Yoksa bu olayı da halının altına süpürecek, yeni bir olay doğana kadar güllük gülistanlık yaşayacaktık. Emin olduğum bir şey varsa ben hiçbir zaman güllük gülistanlık yaşamamıştım ve yine emin olduğum bir şey varsa o da Bedir'in olayları asla halının altında biriktirmediğiydi.

İçeri önce Aydız girdi, hemen ardından ise Osman. Öylece ayakta dikilirlerken gözlerim eşikten girecek bir diğer isimdeydi. Gitmiş de olabilirdi. Salona giren papağanla gözlerimi kırpıştırıp hemen bakışlarımı kafese çevirdim. Kafesinde yoktu. O hâlde bu bizim papağandı. Peki ya hangi ara salondan çıkmıştı da geri dönmüştü? Saçlarımı gergince parmaklarımla geriye doğru taradım.

"Şu bebeği çöpe atacağım." Aydız sehpaya ilerlerken elimi kaldırdım.

"Hayır," dedim sessizce. "Orada kalsın." Bebekten süzülen kan sehpadan aşağı minik minik damlamaya başlamış, krem renkli halının üzerinde ölüm desenleri oluşturuyordu. Bebeğin içini öyle çok kan doldurmuştu ki aka aka bitmiyordu. Bu kan Ümmühan'a aitti. Kendi kanında boğuluşunu gözlerime resmediyordu. Bir yandan da benim boğulmamı istiyordu. Ben zaten kansız da boğuluyordum, beni anlamıyordu. Anlamazdı. Tek derdi Sinan'dı. Hayır, tek derdi bendim. Sadece ben. Canım... İçimdeki can...

Odaya ağır adımlarla Bedir girdi. Çatık kaşları, gözleri yüzümü bulduğu an durulur gibi olduysa da keskin bakışları sehpanın üzerinde bana bakmakta olan bebeğe kaydığında daha beter çatıldı. Her an bebeğin üzerine atılıp onu parça pinçik edebilirdi. Bize doğru bir adım atmasıyla korkuyla kolumu öne uzatıp parmaklarımla bebeği kaptığım gibi kendime çektim. Akan kanı umursamayıp oyuncak bebeği karnıma bastırdım. Bütün bebekleri korumalıydım. Koruyamadığım her bebeğin canı benim canımdan çıkacak gibiydi.

Üç çift gözün baskılı varlığını üzerimde hissederken yutkundum. Yavaşça ayağa kalktığımda aklımdan zorum varmış gibi göründüğümün farkındaydım ama benim sadece canımdan zorum vardı. Canımı bir türlü rahat bırakmıyorlardı ve artık tamamen diken üzerindeydim. "Her yer kan olmadan bebeği yıkasam iyi olacak," dedim. Bakışların altında iyice ezilmeden hızlı adımlarla Bedir'in yanından geçerken beni durdurmadığı için memnundum. Kendimi banyoya atıp elimdeki bebeği havaya kaldırıp onu yine incelemek istemiştim fakat sökük gözleri sanki kocamanlaşmış, o kan yığınının içine beni çekecekmiş gibi bakmasıyla korkuyla elimdeki bebeği lavabonun içine fırlattım. Şaşkınlık içinde elimi ağzıma götürecekken parmaklarımdaki kan kokusu midemi kaldırdı. Klozete ulaşamadan lavabonun içinde midemden gelenleri çıkarmaya çalıştım. Çıkardığım tek şey su idi. Kanlı bebeğin üzerine kusuyordum ve günüm her saniye geçtikçe daha da batıyordu.

MİNİKŞE (Kitap Oluyor)Where stories live. Discover now