1. Bölüm

28 2 2
                                    

"Reva Abla!" diye bağıran Özcan'ın sesi kulaklarımı zorlarken, bıkkınlıkla yerimden kalktım. "Ne oldu yine?" dedim, yarısını açtığım pencereden bakarken. Hızlı adımlarla, hatta koşarak camın önüne geldi. Birbirine karışan nefeslerini düzenlemek istercesine ellerini dizlerine koyarak birkaç saniye bekledi. Terden parlayan yüzünü sonunda bana çevirerek eliyle evin önünü işaret etti.

"Ömer, Sinem ile kavga ediyor."

Yine ne alıp veremedikleri vardı bunların? "Tamam, geliyorum." dedim, pencereyi kapatırken. Hemen anahtarımı yanıma alarak mahalleye indim. Bir çocuk kümesi bahçenin önünde toplanmış, yüksek sesle bağırıyorlardı. "Ömer!" dedim, yüksek sesle. Çocukların arasına girdiğimde kardeşimi de bulmuştum. Sinem'in saçını çekiyordu. Hızlıca Ömer'in tişörtünü tutarak kendime doğru çektim. "Ben sana kaç kere dedim kavga etmeyeceksin diye?!"

"O başlattı!" derken, minik parmağıyla Sinem'i gösteriyordu. Sinem ise hiç etkilenmemiş gibi gülerek Ömer'e laf yetiştiriyordu. "Sinem!" dedim, uyarıcı bir tonda. "Şimdi seni de alırım elime."

Omuzlarını indirip kaldırarak yanındaki arkadaşına dönerek bizi umursamadı. "Ömer," dedim, bıkkın bir sesle. "Kimin başlattığı önemli değil. Seni defalarca kez uyardım."

"Ama abla,"

"Aması falan yok Ömer." Elinden tutarak kendimle birlikte onu da yürüttüm. Gelmemek için dirense de minik bedeni bana engel olamıyordu. "Cezalısın. Bu hafta dışarı çıkmak yok."

"Bana kötü sözler söyledi Sinem." dedi, titreyen sesiyle. Çoktan bahçeye girmiştik, cebimde anahtarı ararken titreyen sesiyle durdum. Dizlerimin üzerine çökerek onunla aynı boya geldim. Diğer çocuklar çoktan oyunlarına dönmüştü, her şeyi unutmuşlardı.

Çocuk olmak güzeldi.

İri siyah gözlerinden akan bir damla yaş yanağına doğru süzülürken, uzanıp parmak ucumla sildim. Konuşmasına devam etmeden burnunu çekerek derin bir nefes aldı. "Bana kimsesizsin dedi. Beni parktan bulmuşsun," Kelimeler ağzının içinde birbirine dolanıyor ve gözyaşları gittikçe artıyordu. "Ben de benim ablam var dedim ama eğer anne ve babam yoksa kimsesiz oluyormuşum öyle dedi."

Gözyaşlarını silmekle uğraşmadım, zayıf bedenini kendime çekerek sıkıca sarıldım. Boynuma dolanan cılız kolları tüm gücüyle beni sararken ağlamaya devam etti. "Kimsesiz değilsin sen Ömer," dedim, sakin çıkmasına dikkat ettiğim sesimle. Karşısında ağlamak istemiyordum. "Ben var olduğum sürece sen hiç yalnız olmayacaksın."

Ağlaması sessiz iç çekişlere döndüğünde yavaşça kendimden uzaklaştırdım. Nemli kalan yanaklarını avuç içlerimle iyice kurularken minik birer öpücük bıraktım. "Bu seferlik ceza yok," dedim, tebessümle. "Hadi git, oyununa devam et."

Kocaman gülümseyerek tekrar boynuma sarıldı. Minik dudakları yüzümün her bir köşesine temas ederken, "Seni çok seviyorum, abla!" dedi. "Söz bir daha kavga etmeyeceğim. Zaten Sinem'e küstüm, artık oynamayacağım onunla."

Arkadaşlarının yanına döndüğünde ben de içeri girdim. İçeri girer girmez, zorla tuttuğum yaşlarım gözlerimden firar etti. Ömer'in cümleleri bir bıçak gibi hem kalbime hem de zihnime saplanırken adımlarımı girmeye korktuğum o odaya yönelttim.

Annemin ve babamın odası.

İçerinin ağır kokusu beni rahatsız etmedi. Çok uzun zamandır hiçbir insan eli değmemişti buraya. Tozlanmış eşyalar, eskimiş örtüler, yerlerinden oynatılmamış fotoğraflar. Elime aldığım bir çerçeveyle yatağın üzerine oturdum. Havalanan tozlar birkaç kez öksürmeme neden olsa da umursamadım. Ellerimin arasında tuttuğum fotoğraf sekiz yıl öncesine aitti. O sıra on beş yaşlarında olmalıyım. Ben, babam, annem ve annemin karnındaki Ömer.  Annemin hamile olduğu haberini ilk aldığımızda çekilmiş bir fotoğraftı, son fotoğrafımızdı.

Babam o zamanlar sık sık şehir dışına çıkıyordu, ayda bir belki geliyordu eve. Yine bir dönüş zamanıydı, hatırlıyordum. Annem hazırlık yapıyordu, babamın sevdiği yemekleri hazırlıyordu. Babam her an gelebilirdi, kapı her an çalabilirdi. Ama o kapı çalmamıştı. Çalan telefon olmuştu, ben açmıştım telefonu. Telefonun öteki ucundaki kadın babamın adını söylemişti. "Evet, babam." demiştim ben de. Annem hızla telefonu elimden aldığında ben ise çoktan haberi almıştım. Babam ölmüştü. İstanbul'a girerken bir tırla çarpışmış ve kaza yerinde hayatını kaybetmişti. Annemin de haberi alması uzun sürmemişti, aldığı kötü haberle kendinden geçmişti ve doğumu başlamıştı. Üstelik doğuma daha bir buçuk ay vardı. Şimdi boş olan fakat o sıralar dolu olan üst katımıza çıkmıştım hemen. Emekli bir ebe yaşıyordu, Suzan Teyze. Hızlıca ona haber vermiştim, o da hemen gelmişti. O anlar şimdi pek hatırımda canlanmıyordu. Ufak tefek şeyleri hatırlıyorum; sıcak su istemişti Suzan Teyze ve bir de temiz havlu. Ömer doğuyordu ve ben öylece izliyordum. Kaç saat sürmüştü bilmiyorum, uzunca bir sürenin ardından kucağıma bir bebek verilmişti. "Kardeşine merhaba de, Reva." demişti Suzan Teyze. Buruk ses tonu şu anda bile, sekiz yılın ardından hâlâ daha aklımdaydı.

"Baban ne zaman gelecek?" demişti.

"Babam ölmüş." demiştim ben de. Bakışlarım kucağımdaki kardeşimdeyken annemin sesi çıkmıyordu. "Annem?" diye sormuştum. Suzan Teyze ile göz göze geldiğimizde ağladığını görmüştüm. "Annem nasıl?"

"Başın sağ olsun kızım," demişti.

Aynı günde iki kez duymuştum bu cümleyi.

O da babam için diyor sanmıştım ta ki annemin yüzüne örtülü beyaz bir bez parçasını görene kadar. Ben ve kucağıma bıraktıkları kardeşim aynı günde hem annesiz hem de babasız kalmıştık ama kimsesiz değildik. Biz birbirimizin her şeyi olmuştuk.

Beni geçmişin bulantılı sularından çıkaran, dışarıdan gelen bir çığlık sesiydi. Elimdeki çerçeveyi hızlıca yerine bırakarak odadan çıktım. Umarım yine Ömer kavga etmiyordur, diye düşünürken bu kez direkt dışarı çıktım. Çığlık sesleri daha da artarken neler olduğunu anlamak istercesine etrafıma bakındım ama Ömer'i göremedim. Korku bedenimi bir ateş gibi sararken yalnızca Ömer'in değil, diğer çocukların da mahallede olmadığını fark ettim. Yeni bir çığlık sesiyle başımı sağa çevirdim. Neredeyse tüm mahalle bakkalın önünde toplanmış birbirlerine bağırıyorlardı. Hızlı bir şekilde yanlarına giderek Orhan Amca'ya dokundum. "Ömer'i gördün mü Orhan Amca?"

"Vah vah," dedi, acıklı bir sesle. "Ömer de mi yok?"

"Ne diyorsun Orhan Amca?" dedim, bedenim titrerken.

"Kızım mahallenin çocukları yok." dedi, başıyla ağlayan kadınları gösterdi. "Yer yarıldı da yerin içine girdiler sanki. Hepsi bir anda yok oldu."

Saklambaç: SOBEWhere stories live. Discover now