2. Bölüm

9 3 0
                                    

Dünyanın tüm canlıları bir araya gelse bir kardeşin sıcaklığını ve sevgisini veremezdi. Eğer ki kardeşini, kaybettiğin tüm her şeyin yerine koyduysan, o ellerinin arasından kaydığında o sıcaklık ve sevginin yerini sırf acı veren bir sarmaşık alıyordu. Şimdi içimi kaplayan bu zehirli sarmaşık yalnızca canımı yakmakla kalmıyor, beynimin ve kalbimin en ücra köşesine kadar uzanıyor ve düşüncelerimi, duygularımı bir bir ele geçiriyordu.

Ömer yoktu.

"Ha gayret!" diyen bir ses işittim, kendimi kelepçelediğim karanlığın derinliklerinden. Tanıdık gelen bu ses göz kapaklarımı açmam için beni zorluyordu. "Hadi Reva, uyan kızım. Kendine gel."

Dudaklarım, ıssız bir çölde bir damla su arıyorcasına kurumuştu. Birbirlerine sımsıkı yapışmış dudaklarımı zorlukla hareket ettirerek, "Ömer," diye fısıldadım.

"Vah yazık!" dedi, yabancı bir ses. "Bu kızcağızın da mı yakını kaybolmuş?"

"Kardeşiymiş." diye bir cevap geldi.

Gözlerimi açtığımda, aceleyle uzandığım yerden kalkmaya çalışsam da pek başarılı olamamıştım. Orhan Amca eliyle enseme destek olarak, doğrulmama yardımcı oldu. "Orhan Amca," dedim, pürüzlü sesimle. Ellerim bileğini sıkıca tutarken, sanki ondan başka kimse yoktu yardım isteyebileceğim. "N'olur söyle; nerede Ömer?"

Yaşlı bakışlarından geçen duygu tanıdıktı; acıyordu bana, hâlime. Gizleyemediği bir şefkatle kırpıştırdı gözlerini. "Bayılıp kaldın kızım," dedi, bir eli saçlarımda gezinirken. "Bir kendine gel."

"Ömer," dedim, tekrardan. Cevap vermiyordu.

"Bilmiyorum," derin bir nefes alırken, nefessiz kaldığımı hissettim. "Bilmiyoruz. Kimse anlamıyor ne olduğunu. Bir anda tüm çocuklar yok oldu."

"Tüm çocuklar mı?" dedim, daha çok kendi kendime sorar gibi.

"Öyle ya!" dedi, sıkıntılı bir ifadeyle. "Birkaç tane değil tam 13 çocuk var kaybolan. Herkes perişan, saatlerdir bir iz arıyorlar. Karakol-"

"Saatlerdir mi?" dedim, yüksek bir sesle. "Kaç saattir baygınım ben?"

"Dört saat olmuştur," Saatine kaydı bakışları. "Bir anda yığılıp kaldın sokakta." Dört saat. Ömer'in, kardeşimin, bensiz geçirdiği dört saat. Korkmuş olmalıydı, ağlıyor muydu? Ağlıyordur tabii. Kahretsin!

Tüm gücümle uzandığım yerden kalktım. Orhan Amca arkamdan bir şeyler diyordu, umursamadım. Orhan Amca'nın evini arkamda bırakarak, kendimi sokağa attım. Direkt olarak karakola gitmekti niyetim, öyle de yaptım. Fakat karakolun bahçesinde gördüğüm tanıdık yüzler, büyük bir yıkımla çıkıyordu polis binasından. Karşı komşumuz Figen Teyze, beni fark ettiğinde başını iki yana salladı. "Uğraşma boşuna," dedi, ağlamaktan dolayı kısılmış sesiyle. Kan çanağına dönmüş gözlerini bir polis binasına bir de bana çeviriyordu. "Herkes gelip gitti, aynı şeyi söylüyorlar."

Dediklerini duymazdan gelerek, hızlı adımlarla binaya girdim. Büyük bir yoğunluk vardı içeride, neredeyse herkesi tanıyordum. Başı boş olan bir polis memuruna yaklaşarak aceleyle konuştum. "Bir kayıp ihbarı vermek istiyorum; kardeşim kayboldu ya da kaçırıldı, bilmiyorum. Adı Ömer, Ömer Çelik. 8 yaşında, kahveren-"

"Bir sakin olun hanımefendi," diyerek cümlemi yarıda kesen polis memuruna umutla baktım. Eliyle arkasındaki topluluğu gösterdi. "Herkes aynı şey için  burada. Onlara da söyledik, size de söylüyorum. Şu anda elimizden geleni yapıyoruz. Kamera kayıtlarını incelemeye aldık, civar yolları da abluka altına aldık. Siz iletişim bilgilerinizi bırakın, biz size ulaşırız."

Biz size ulaşırız ve ezbere söylenen onlarca kelime.

Bir günde kaç kişiye söylüyorlardı bu cümleyi?

Kaç ailenin zaten alev alan yüreklerini daha da körüklüyorlardı?

"Benim kardeşim ortada yok!" dedim, bağırarak. Belki de muhatabım o olmamalıydı ama sinirlerime hâkim olamıyordum. "Polis değil misiniz!? Bulun kardeşimi bana!"

Gözyaşlarımın ıslattığı yanaklarım, içeriye esen rüzgarla gerilirken, memurun dediklerini duymuyordum. "Kaç saattir kayıp kardeşim! O daha çok küçük! Korkar o," Ne ara dizlerimin üzerine çöktüğümü hatırlamıyordum. Bedenim ayakta duramayacak hâle gelmişti. "Ben olmadan çok korkar!"

İki koluma giren polis memurları beni binadan dışarı çıkarırken, karşı koyacak gücüm yoktu. Bahçedeki banklardan birine oturdum, bir şeyler dediler, duymadım. Beni yalnız bırakıp, görevlerinin başına dönmek için binaya girdiler. Ağlamam daha da şiddetlenirken, içimde andan ana büyüyen umutsuzluk tüm kanımı damarlarımdan çekiyordu. Birden bastıran yağmur, gözyaşlarımı saklamaya yetmiyordu. Çevredeki insanlar acele tavırlarla sığınacak bir yer ararken, hâlâ aynı şekilde; ince bir tişört parçasıyla yağmurun altında, o ıssız bankta, kaybolan umudum ve acıyan canımla oturuyordum. Ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu, elim ayağım birbirine dolanırken beynimi düşünmeye zorluyordum ama bir işe yaramıyordu.

Benim Ömer'den başka kimsem yoktu ki! Şimdi ise kimsesiz kalmıştım. Ne yapacaktım ben? Kime gidecektim, kimden yardım isteyecektim, Ömer'e ne olmuştu, nasıl öğrenecektim? Kim ne isterdi benim kardeşimden? Peki diğer çocuklar? Aynı anda nasıl onlarca çocuk ortadan kaybolabilirdi?

"Hey!" diye bir ses işittim arkamdan. Ürkerek yerimde sıçradığımda, sesin geldiği yöne doğru, arkama döndüm. Kimse yoktu. Tekrardan, "hey?" diye seslendi aynı ses.

"Kimsin?" dedim, bakışlarım karanlıkta sesin sahibini bulmaya çalışırken. Bir gölge, ağaçların arasından bana doğru yaklaşırken, etrafıma bakındım. Bahçe ıssızdı, ama bir polis binasının önünde oturuyordum, içerisi polislerle doluydu. Korkmama gerek yoktu.

Gölge belirginleşmeye başladı, sıska bir adam iyice yaklaştı bana doğru. Bir bakışta sokaklardan geldiği belli oluyordu. Üzerindeki kıyafetleri büyük ihtimal aylardır çıkarmamıştı, hâlâ daha yağan yağmur her şeyi olduğu gibi bu sıska adamı da temizliyordu. "Sen kimsin?" dedim tekrar.

"Kim olduğumu unutalı uzun zaman oldu." dedi, hiç çekinmeden birkaç adımda bankta yanıma oturdu. Hızla kalkmak istediğimde bedenine göre oldukça büyük olan elleri bileğime sarıldı. "Otur," dedi, sakince. Bakışlarında herhangi kötü bir ifade yoktu ya da bana öyle geliyordu. "şu alt mahallede oturuyorsun değil mi?"

Başımı sallarken, bu yaptığım için çoktan pişman olmuştum. Tanımadığım bir adama, sokaklarda yaşayan bir adama, nerede yaşadığımı söylemiştim. "Burada olduğuna göre," derken, bakışları polis karakolundaydı. "Bugün kaçırılan çocuklardan biri, senin de yakının olmalı."

Bakışlarım hızla yüzüne döndü. "Kardeşim," dedim, heyecanla. "Ömer Çelik. Tanıyor musun? Biliyor musun ne olduğunu?"

"Şş," derken, kaşlarını çatmıştı. "Tanımıyorum kardeşini, diğer çocukları da tanımıyorum. Ama,"

"Ama ne?" dedim, hızla.

"Kardeşini ve diğer çocukları nasıl bulabileceğini biliyorum." Bakışlarından geçen ışıldamaya bir gök gürültüsü eklendi ve hemen ardından bir şimşek çaktı.

"Kardeşini kurtarmak ister misin?"

Saklambaç: SOBEWhere stories live. Discover now