huit, VIII

969 143 76
                                    

han jisung

"sikeyim..." dedim kulvarın başında bedenimi geriye atıp yaslarken. bir yandan bacağımı tutuyor, diğer yandan kıvranıyordum.

bugün antrenman günü değildi, bu yüzden havuzda sadece ben vardım ve bu da bana büyük bir şans sunuyordu. istediğim kadar ağlayabilirdim, bağırabilirdim. tabii bana bakan güvenlik görevlisini saymazsak.

babam tüm gün başımdaydı. ne yapıyordum, ne ediyordum, ne çalışıyordum, yatıyor muydum, uyanık mıydım vesaire. kendime zaman ayıramamıştım yarıştan beri ve o günden beridir hiçbir arkadaşımla iletişim kuramamıştım. minho da dahil.

bizim eve çağırmıştım ama artık imkansızdı, eğer çağırırsam babam minho'nun yanında beni deli gibi aşağılayacak ve benim bunlara tek yapabileceğim ağlarken gülmek olacaktı.

yarın pazartesiydi ve arkadaşlarımla sonunda görüşecektim, yarışı kaybettiğimden bile haberleri yoktu belki de. gerçi, büyük ihtimalle her zaman kazanan(!) -ki oysa ikinciliğim de çoktu- han jisung kaybetti diye okulda dedikodum bile yapılmıştı.

yine babamın zoruyla havuzdaydım. yine babam istiyordu ve yaptırıyordu. bende onun emirlerine ayak uyduruyordum. eğer tanrı varsa da tek sormak istediğim soru şu,

babam beni neden sevmiyor? neden kabullenmiyor?

o kadar acı veriyordu ki onunla geçirdiğim her saniye. sanki onun yanında nefes alırsam bana kızacakmış gibi hissediyordum, ondan korkuyordum. keşke sevseydim ancak korku daha ağır basıyordu işte.

düz yüzüme rağmen gözümden akan yaşla daha çok sinirlendim kendime. gururum yoktu, babam tarafından alınmıştı, kendi ayaklarım üzerinde duramıyordum onun yüzünden ve her şeye rağmen onun yüzünden ağlıyordum. yine ve yine.

ağzımdan hıçkırık kaçarken, bacağımda tuttuğum elimi yüzüme çıkarttım. bilmiyorum, ağır geliyordu her şey artık, devam edecek gücü kendimde bulamıyordum.

kendimi sakinleştiren şey olan suyla buluşturdum bedenimi, onun kollarına attım kendimi. sanki babam okşuyordu suda dans eden saçlarımı. annem de okşayabilirdi ancak bilmiyordum işte, annemin yaptığı şeyler o kadar koymuyordu bana.

nefessizlikten başım dönene kadar hızlıca birkaç tur attım. yetmiyordu, neden yetmiyordu? içimdeki acı neden gitmiyordu ki?

nefesimi düzene sokmaya çalışırken önümde bir beden gördüm. gözlerimi bedeninden gözlerine çıkarttığımda, minho olduğunu gördüm.

"neredesin kaç gündür sen? arkadaşlarını ne kadar endişelendirdiğinden haberin var mı?" dedi kaşlarını çatarak.

sudan çıktım ve yüzümü sildim havluyla. su, gözyaşlarımı saklıyordu. "minho, sonra konuşalım mı?" dedim sesimin titremesini önemsemeyerek.

"hayır, ayrıca bana bir sözün vardı." dedi gitmeme izin vermeyeceğini belli ederken.

"üzgünüm, ertelemek zorundayım." dedim gitmeye yeltenirken. sinirle derin nefes verdiğini duymuştum. "derdin ne?"

hayır jisung, minho baban gibi değil, sakin olmalısın. minho'dan korkman için en ufak bir sebep yok.

"derdim mi?" dedim arkaya dönerek.

"o kadar dengesizsin ki yüzüne vurmak istiyorum." dedi sinirle.

"minho, sonra konuşalım dedim sana." elimdeki havluyu aslında sinirden falan sıkmıyordum. korkuyordum sadece.

sinirlendiğimi sanmış olacak ki küçümsediğini belli eden bakışlarıyla sordu.

"yarışı bana karşı kaybedince gerçekten antrenman olmayan günlerde bile buraya gelecek kadar hırslı mısın?" dedi bir anda.

"ne?" dedim kafamı sağa atarak. hayır alakası yoktu. minho bu kadar aptal değildi değil mi?

"duydun jisung. sadece buluşacaktık, tamam mı? ilerisi yoktu. madem ilişkilerime karışacak gücü kendinde buluyorsun, evine götürecek cesareti de bulabilirdin değil mi?" dedi bir çırpıda. ben ilk birkaç saniye ona baktım. sikeyim, babamdan bir farkı yokmuş.

"bilmediğin konular hakkında konuşma." dedim dudaklarımı birbirine bastırırken.

"neyi bilmiyorum?"

"hiçbir şey minho, benim hayatım hakkında, lucas hakkında hiçbir şey bilmiyorsun. seni uzak tutmaya çalıştıkça lucas'a daha çok yapışıyorsun resmen!" dedim sinirlenirken.

"hayır," dedi. "lucas'a falan yapışmıyorum." dedi ve gözlerimin içine baktı. ben onun bakışıyla gözlerimi kaçırırken, cümlesini devam ettirdi.

"sadece lucas sevilmeye değer birisi ve ben de karşılığını veriyorum."

baba veya anne, keşke tam şu an bana sarılsanız. keşke her şey geçecek deseniz ve ben de inansam. tüm bu cümlelerden kaçsam, minho'dan, lucas'tan kaçsam. yapabilir misiniz?

"aptalsın." dedim ve hiçbir şey demesine izin vermeden soyunma odasına çıktım hızlı adımlarla. bir yandan gözlerimi siliyor bir yandan hıçkırıklarımı durdurmaya çalışıyordum.

beni ağlatan şey minho'yla kavga etmemiz falan değildi. minho'nun zaten hayatımda belirli bir yeri bile yoktu ancak lucas için yaptığı imâ sinirlerimi bozmuştu işte. resmen bana sevilmeye değer değilsin diyen biri hakkında demişti bunları. tüm bunları. iğrenç hissediyordum.

hiçliğin ortasındaymış gibi hissederken sakinleştirici attım ağzıma. susuz içtiğim için ağzımda bıraktığı tad acıyken, takmadım bile bunu. bazı şeyleri kabullenme vakti geldi demiştim ya, aynen öyle olacaktı.

kendimden daha da çok nefret edecek olmama rağmen tüm dediklerini kabullenecektim. herkesin, tüm dediklerini. bundan sonra böyleydi.

.

oncelikle minho hakkinda asiri kaba yorumlarda bulunmanizi istemiyorum cunku onun acisindan o da hakli tabii ki de

jisung bir anda lucas'la aralarina girdi ve minho'yu evine cagirdi biliyorsunuz burayi. ancak jisung yarisi ona karsi kaybedince minho da olmasi cok normal oldugu gibi ustune alindi. daha dogrusu jisung'un arkasindan bir nevi is cevirdigini, yani yuzune guldugunu ama onu kiskandigini ve hakkinda kotu dusundugunu dusundu. jisung'un acisindan bakmadigimiz zaman bunu dusunmesi cok normal ve olasi.

umarim ona gore yorum yaparsiniz ve umarim begenmissinizdir bu bolumu <3

.

"mesela ben babamla hiç dertleşmedim."

-?

all the thing they said

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

all the thing they said.

despair ✓Where stories live. Discover now