108- Geceyi Yazan Kadın

1.9K 123 68
                                    

Başımıza gelen aniden olayları çözmekten önce neyin ne olduğunu anlamaya gayret ederdik. Ben daha ne olduğunu anlamadan aniden gelen olaylarımın üzerine yıldırım hızıyla bir başka kargaşalar yükleniyordu. Başımı sağa çevirdiğimde burnum ayrı bir belaya, sola çevirdiğimde burnumun ucu apayrı bir belaya bakarken neyin ne olduğunu anlamam kolay olamazdı. Anlamıyordum. Kimin ne yaptığını, ne yapmaya çalıştığını anlamıyor, gelecekte ne yapacaklarını kestiremiyordum.

Az önce bir şeyler yaşandı. Aydız'ın her zamanki sinirini solumuştum. Bedir'in ise o anki kırgınlığını. Rıza'nın Aydız'a olan her şeyi batırdın bakışı. Osman ise her zamanki tepkisizliğindeydi. Aydız'ın bir anda patlamasına neden olan şey neydi? Bedir'in kırgınlığının arkasında beni ne kadar kırdığını fark etmesi mi yatıyordu? Zamanın su gibi akmasına her zaman şahittim lakin her şeyin aynı anda yaşanması ruhumu yaşlandırıyordu. Akşam yemeğimiz felaketti. Değişik bir yemekten çıkıp bambaşka bir duruma atılmak beni sarsmıştı. Bilsem o yemeğin sabaha kadar sürmesini sağlardım, bunun için Arzu'ya dahi katlanabilirdim. Yemek bitti, Bedir gitti ve ben hâlâ yatakta oturmuş, hiç kıpırdamadan aynadaki bomboş yansımama bakıyordum. Karşımda kendim varken bile odaklanamıyordum. Kalabalıkta elimden bir şey gelmezken yalnız kaldığımda da bomboş bir kadındım.

Kendime gelmek için yüzümü sıvazladım. Bir şeyle hemen yüzleşmezsek sakız gibi uzayıp gidiyor, diğer günlerimize yapışıyordu. Ayaklanıp odadan çıktım. Zaten Şahan'dan haber alamıyordum, bir de kalkıp millete akşam yemeği vermiştim. Üstüne üstlük Bedir'i kırdığımı hissetmiştim. Bu çok anormaldi. O kadar şeyi bana kendisi yapmışken nasıl olur da kendimi suçlu durumuna düşürürdüm? Koridorda Aydız ile karşılaşsam da ona bakışlarımı değdirmeden evden çıkıp çıkışa yöneldim. Onunla konuşmalıydım. Konuşmamız isterse sabaha kadar sürsün, hiç mühim değildi. Bana yeni yalanlar uydurabilirdi, bu da mühim değildi. Tek istediğim içimdeki vicdanın sesini bastırabilmekti.

Buz gibi hava bedenimi sardığında kırmızı elbisemin pek bir yerimi örtmediğine kanaat getirdim. Düşüncelerden üzerimi değiştirecek vaktim bile yoktu. Bakışlarımla etrafımı taradığımda Bedir'i göremedim. Arabası ortada yoktu. Rıza da görünmüyordu. Korumalar dışında tanıdık bir yüz görememiştim. Omuzlarım düştü, geriye dönüp yürümeye başladım. Acaba çiftliğe mi gitmişti yoksa evine mi? Bomboş bakışlarla eve girip salona yürüdüm. Sessizce tekli koltuğa geçip oturduğumda şakağımı ovaladım. Masa perişan hâlde görünüyordu. Bakışlarımı yormuştu. Bedir tabağına ellememişti. Zaten dün de yemek vermemiştim ona. Vicdanımın içindeki bağırışları duymazdan gelmeye çalışmak yüreğimi burksa da bir şekilde üstesinden gelmem gerekiyordu.

Osman, masadaki kargaşadan rahatsızlık duyduğumu anlamış olacak ki hareketlenip tabakları toplamaya başladı. Derin bir nefes alıp kolumdaki ince kordonlu gold renkli saati çevirip durdum. Aydız'ın keskin bakışlarını üzerimde hissetsem de ona bakmadım. Bir süre gözüme görünmese iyi olacaktı. Ona herhangi bir sinirim olmasa da içim bir değişikti. Kendimi anlatamıyordum çünkü ne hâlde olduğumu ne hissettiğimi kestiremiyordum.

Aydız önüme geldi. ''Şu saati çıkar, döndüre döndüre bileğini parçalayacaksın.'' Başımı kaldırıp baktım. Nedense saati daha çok çeviresim gelmişti. Uzanıp saati almaya kalktı, elimi çektim.

''Ne yapıyorsun?'' diye sordum şaşkınlıkla.

''Saati alıyorum.''

''Delirdin mi? Konumuz saat mi?''

''Hayır ama kolun kızardı. Bir de biri benim önümde saatle oynayınca acayip sinirleniyorum.'' Aydız konuştukça sinirlenmeye başladığımı hissettim. Osman ise sürekli mutfak ve salon arasında mekik dokur olmuştu bulaşık taşımaktan. Papağan uyuyordu. Aydız ise başımın tepesinde papağan gibi dönüp geveze geveze konuşuyordu.

MİNİKŞE (Kitap Oluyor)Where stories live. Discover now