Gözleri koridorun sonunda köşeye sinmiş Rüya'ya takıldığı sırada Can, Mert'in sınıfının önünde durmuş, gelip gelmeyeceğini soruyordu. Güneş, Rüya ile göz göze gelmekten çekinip kahverengilerini arkadaşına çevirdi.
"Mert kesti muhabbeti benimle, bilmiyor musun Can?"
Asabiyet cinleri yine tepesinde, ona Rüya'nın ondan nasıl kaçtığını hatırlatıyor, sinirlerini çekiştiriyordu sanki. Oysa dün onca zamandan sonra gözlerine bakıp gülümsememiş miydi? Belli ki yalandan ya da oyundan ibaretti. Belki de dikkatini çekmek adına verdiği zavallıca bir uğraştı ve bu Güneş'i kızlar hakkında bir kez daha haklı çıkarıyordu; şaşırmaması gerekirdi. Sinirli sinirli sırıtırken buldu kendini.
"Biliyorum abi de fazla uzattınız harbiden. Gerçi sen bir özür bile dilemedin delikanlı gibi." Dedi Can sıkkın bir tavırla. Ama onun bu edası Güneş'i daha fazla sinirlenmekten başka bir işe yaramamıştı.
"Ne özür dileyeceğim ya? Demedim mi kanka kusura bakma diye o gün? Kendisi uzattı, büyüttü olayı."
"Sen yine unutmuşsun yediğin haltı, hatırlatayım ben. Gittin başka kız kalmamış gibi Nilay'a kırmızı gül verdin, abi!"
Güneş çiğ bir öfkeyle arkadaşına dik dik baktı. Kısık bir sesle,
"Kaç kere söyleyeceğim, ben o anlamda vermedim o gülü kıza." Derken salağa anlatır gibi bir edası vardı.
"Projede baya yardım etti ben de teşekkür ettim lan sadece! Şaban mısınız, basmıyor mu kafa?! Düşünmedim bile üstüne zaten. Mert kıza yanıktı tamam da açılsaydı kıza o da adam olsaydı biraz."
Güneş bir an Can'ın gözlerinde daha önce şahit olmadığı yakıcı bir öfkeyle karşılaşınca başını çevirdi. Ona hala Rüya meselesi yüzünden kızgın olduğunu biliyordu; konunun yalnızca Mert olmadığının farkındaydı. Ama tüm bunlarla uğraşacak ne zamanı ne de enerjisi vardı. Kendi sınıfına gitmek için adımlarını hızlandırdı ama bir anlığına başını çevirip arkasına bakma gafletinde bulundu. Rüya Can'ın peşinden sınıfa girmişti. Güneş öfkenin zihninde bir yılan gibi kıvrıldığını hissedebiliyordu ama hiçbir şey yapmadı. Şimdilik.
**
"Güneş! Lan oğlum sağır mısın?!"
Güneş bir anda boynuna dolanan kolla iki büklüm olmuştu. Güç bela kulaklıklarını çıkardığında Burak'ın zevzek gülüşü kulağına doldu. "Ne bu hal be? Dertli gibisin."
Güneş onun kolundan kurtulup doğruldu ve saçlarını düzeltti.
"Yok be oğlum, öyle dalmışım sadece."
"Sana dert yakışmıyor hiç zaten kanka."
Güneş onun arkasından gelen kafileyi görünce kaşlarını kaldırdı. Eski belediye otobüsü gürültüyle yoluna devam ederken Güneş sesini yükseltti.
"Siz de mi geliyorsunuz Berrin Hoca'ya?"
"Kaçırır mıyız oğlum, kızlar hep orada olacak." Diye cevapladı Deniz gevrek gevrek sırıtırken. Sokağın başına vardıklarında Güneş'in gözleri köşedeki tekele ilişmişti. Deniz'e döndü.
"Aga sen kaç yaşındaydın?"
Deniz onun sırtına pat pat vurdu ve tekele doğru yürümeye başladı.
"Hallederiz sen sıkma canını."
Apartmanın önüne geldiklerinde hepsinin keyfi yerine gelmişti. Veli elindeki siyah poşetleri keyifle sallayarak içeri girerken Burak endişeyle sordu.
"Aldık, ettik iyi de Hoca nasıl ikna olacak bu işe?"
Güneş sırt çantasının kolunu düzeltti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
slow burn
Teen FictionSlow burn, zamanla ve yavaşça gelişip büyümek anlamında kullanılan bir deyim. Hayatın biraz sığ, küçük ve siyah-beyaz olduğu dönemlerin muhteşem bir karşılığı. Asla bitmeyecek bir sürecin başlangıç noktası. Bu hikaye ise, tuhaflık derecesinde nor...