-20

381 38 7
                                    

üçüncü kişi:

wooyoung'un arkadaşları okuldan sonra takılma tekliflerini geri çevirdiğinde şaşırmamışlardı, sonuçta san onu sürekli eve götürüyordu.

kafaları karışsa da bunun aile meselesi olduğuna karar verdiler.

öyle değildi.

şimdi cumartesiydi ve wooyoung, san ve hongjoong hakkında düşünmeden edemiyordu. san önceki gün eve dönerken wooyoung ile konuşmaya çalışmıştı ama yalnızca görmezden gelinmişti.

ve şu anda, san telefonunu patlatıyordu.

sanniii'den 6 yeni mesaj

wooyoung sıkıntıyla inledi, "durmayacak değil mi?", çocuk yanıt olarak 4 bildirim daha aldı.

sanniii'den 10 yeni mesaj

wooyoung içini çekti ve sonunda biriken mesajları açmaya karar verdi.

sanniii

neden beni görmezden geliyorsun?
wooyoung
beni yok sayma.
bir şey mi yaptım?
küs müyüz?
PİŞT???
woo
ne yaptım? iyi misin?
wooyoung
hey...

san'ı neden görmezden geldiğini kendisi de bilmiyordu, belki kıskançlıktı, belki daha fazlasıydı, bilmiyordu. tek bildiği, hongjoong ve san fikrini hiç sevmediğiydi.

wooyoung

telefonumu bırakıp gözlerimi kapattım. ona hongjoong'u sormalı mıydım? sorsam rahatsız olur muydu?

en yakın yastığı kaptım ve içine gömülerek çığlık attım, lanet olası kalbimi haykırdım. hayatımda hiç bu kadar hayal kırıklığı duymamıştım.

ondan hoşlanıyorum... değil mi?

oyunu kaybettim.

o aptal oyunu kaybettim.

kapı zilinin ard arda çalması beni daha da sinirlendirdi. evde tek ben olduğum için benden başka kimse açamazdı.

üzerimde sadece bir tişört ve boxer olduğu için şort giydikten sonra merdivenlerden indim. kapıyı yüzüme yerleştirebildiğim en kaba bakışla açtım, "ne?" karşımda kimin olduğunu umursamadan konuştum, sadece yatağa geri dönmek istiyordum.

"wooyoung, neden beni görmezden geliyorsun?" san'ın sesi nefes nefese çıkmıştı. buraya koştu mu?

"öyle yapmıyorum."

"evet yapıyorsun amına koyayım."

kullandığı kelimeyle irkildim, "g-görmezden gelmiyordum.""

homurdandı, "beni saatlerdir görüldü olarak bırakıyorsun, şimdi yalan söylemeyi kes wooyoung."

"meşguldüm" diye yalan söyledim, ve o içimi görebiliyordu. "içeri gireceğim." içeri girmek için beni kapının önünden itti.

ayakkabılarını çıkarma zahmetine bile girmeden doğruca benim odama yürüdü, ben de ardından gittim.

san taş gibi soğuk bir yüz ifadesi ile yatağa oturuyordu, tamamen batırdım. "özür dilerim, aklım doluydu." dumanı tüten çocuğu sakinleştirmeye çalışarak, yavaşça ona doğru yürüdüm.

"kızmaya hakkım bile yok..." içini çekti, ince parmaklarını nemli saçlarının arasından geçirerek.

bunun ne anlama geldiğini sorgulamak içimden gelmemişti.

ona doğru eğilip kaşlarımı kaldırarak sordum, "sarılmak ister misin?" güldü, ceketini ve ayakkabılarını çıkardıktan sonra yatağa uzandı.

ne zaman bu kadar tatlı bir etkileşimimiz olsa kendime hatırlatmam gerekiyordu, bu bir oyun. san'ın bana karşı gerçekten bir şeyler hissetmesinin imkanı yoktu, asla.

rahat bir şekilde yattım kollarının arasına, nefesi boynumu yalıyordu. bunu seviyordum, bu duyguyu seviyordum, tutulma hissini.

hafifçe fısıldadım,"kendimi güvende hissediyorum."

"hm?"

güldüm kendi kendime, ona hoşlandığımı bilmesine gerek yoktu değil mi? zararsız olacaktı.

pek değil.

san

az önce ne yaptığımı ya da bana kızgın olup olmadığını bilmiyordum, keşke konuşsaydı... keşke bir şeyler yapsaydı.

wooyoung'un siyah buklelerini nazikçe okşarken iç çektim, benim küçük meleğim. kabul etmeliyim ki, bu çocuk ilk başta benim için sadece bir oyuncaktı, ama şimdi, onun çok daha fazlası olduğunun farkındaydım.

oyunu kaybettim.

o aptal oyunu kaybettim.

Take me to church [w.s] / türkçe çeviri.Where stories live. Discover now