Lale Tarlası

176 29 22
                                    

*

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

*

Tabaktaki mandalina kabuklarına, boş çikolata ambalajlarına ve masanın öbür ucundaki kırış kırış kâğıt peçetelere yorgun bir bakış gönderdi. Ne zaman meyve yese ateşi çıkıyordu. Yüzü cayır cayır yanarken yarım saat evvel patlattığı sivilcelerinden arta kılın kırmızı şişlikler ise hâlâ sızlıyordu. Annesinin tabiriyle suratını rende gibi delik deşik etmişti. Zaten bu haliyle onu alacak talihsiz yoktu bari fakülteyi bitirip en kötü ihtimalle bir pratisyen hekim olsa da ortada kalmasaymış.

Şımarık erkek kardeşinden hiç hazzetmiyordu Havva. Zira oğlanın tek uzmanlık alanı zavallı ablasına laf sokmaktı. Bilhassa eve misafir gelince. Çaylı börekli kadın muhabbetlerinde sinsice taarruza geçiyordu. "Bu beyinle nasıl tıp fakültesini kazandın abla?" diye alay ettiği vakit annesi katiyen gıkını çıkarmıyordu. Derler ki sessizlik kabul etmektir. Hiç şüphesiz bütün aile efradı Havva'nın beyni konusunda aynı şeyi düşünüyordu. Biraz parası olsa iki dakika bile durmaz derhal DNA testi yaptırırdı. Üvey evlat olduğuna derinden inanıyordu.

"... ayrıca yapılan son çalışma hipogonadotropik hipogonadizmin, kriptorşidizmin ana etiyolojik faktörü olduğu hipotezini desteklemektedir."

Yeter artık, diye hönkürdü genç kız. Bu okuduğu kaçıncı makaleydi artık saymayı bırakmıştı. Sistemde ders seçimi açılırken sadece birkaç dakika geciktiği için hem ödevli hem de yoklamalı bir seçmeli staj almak zorunda kalmıştı. Grup arkadaşları aç kurt gibi yoklamasız stajları kapmışlardı hemen. Ah kadın doğum seçmelisini alabilseydi şimdi İngilizce makalelerle cebelleşmek yerine dingin bir tatil yapıyor olurdu. İki haftalık boşluk ne de iyi gelecekti ona. Oturup sarma sarar, ayva reçeli yapar, sabah balkondaki çiçekleri sulardı. Hatta dikiş nakışla bile uğraşabilirdi. Zira evde yapılan her türlü işi seviyordu. Lisedeyken geleceğe yönelik hayalleri arasında okumuş ev hanımı olmak vardı. Tahsilli ev hanımlığı gayet makul bir meslekti.

Laptopu hırsla kapatıp kafasını kapağına vurdu. Fakat o esnada çat diye bir ses çıktığından yüreği sıkışmıştı. Korkuyla güç düğmesine basıp cihazı açmaya çalıştı. Hayır beni bırakamazsın, diye fısıldadı. Taksitleri daha bitmemişti bu Japon ırkının. Ancak bütün çabalarına rağmen karanlık ekran aydınlanmadı. Yarına kadar yetiştirmesi gereken kriptorşidizm sunumunu böylece bitiremeyeceğini anladı. Çocuk üroloji stajından kalacağı kesindi. Kafasını bir kez daha ölü laptopa vurup ömrünü çürüttüğü masadan kalktı. Günlerdir hasretini çektiği yatağa ebedi bir boşvermişlikle uzanırken bakışlarını beyaz tavana dikti. Şimdi ilkokul çağlarına dönse ve ona zırt pırt sorulan "Ne olmak istiyorsun?" sorusuyla karşı karşıya gelse artık verecek çok iyi bir cevabının olduğunu düşünüyordu.

Ahh! Vücuttaki bütün sistemlere meydan okuyan başına buyruk bir kanser hücresi olmak istiyordu. Gerçek özgürlük onunkiydi çünkü. Yüzünü yastığa bastırırken yumuşatıcı kokusunu içine çekti. Esasında aklında intihar etmek vardı. Bu yüzden derin derin soludu kimyasal lavanta kokusunu. Astım krizine girmeyi, bronkospazm geçirmeyi sonra da nefessiz kalmayı planlıyordu. Yumuşatıcı koklayarak kendini öldüren ilk insan olarak adı tarihe yazılacaktı ve o zaman ailesi vicdan azabıyla kıvranacaktı. Keşke kızımıza azıcık sevgi gösterseydik diye inim inim inleyeceklerdi.

Gül DefteriWhere stories live. Discover now