111- Tenden Gelen Işık

1.8K 119 27
                                    

Yangınlar, siyah güller, kanlar... Kafamın içinde bulanan bu kirlilikler normal düşüncelerimmiş gibi her anımdaydı. Doğru bir düşüncem yoktu çünkü hayatım doğru değildi. Yine soyadım Kan'dı. Kurtulamıyordum. Soyadımın bataklığı her adımımda ensemde olup canla başla beni içine çekmeye çalışıyordu. Kurtulmak için öyle büyük bir mücadele içerisindeydim ki direncim kırılmak üzereydi. Kısık çığlıklarımın arasında gülümsemeye çalışmam da bir dirençti. Bir muhabbetteyken bile sustuğum her anı kısık çığlıklarım dolduruyor ama duymuyorlardı. Bana sağırlaştılar. Kendimi onlara sağırlaştırmıştım. En çok korktuğum da bir gün kendi çığlıklarıma sağırlaşacağımdı.

Şahan'ın yüzünün yarısı yanmıştı. İlk yanan evimizde de yüzünün yarısı yanmıştı ve Bedir'in bulduğu doktor sayesinde yüzü eski haline dönebilmişti. Belki onu yine iyileştirebilirdik. Onun için her şeyi yapabileceğimi biliyordu ama onun bu saatten sonra iyileşmek istediğine dair inancım kalmadı. Şahan kendinden vazgeçmeye başlamıştı.

Bedir, Ümmühan'a karşı nasıl bir oyun oynuyordu bilmiyordum ama sonucunda soyadını benden ayırmış ve ben yine o vebalı soyadına geri dönmüştüm. İnsan hiç babasının soyadını taşımaya çekinir miydi? Çekinmek değildi bu. Çok ağırdı. Yeniden Şehnaz Kan olmak çok zordu. Ne kadar inkar etsem de ben Şehnaz Özükan olduğumda bile hep Şehnaz Kan'dım. Acaba Fırat, Murat, Mine soyadları konusunda ne düşünüyordu? Hele ki Mine? Onun en büyük yakını Şahan'dı ama birbirlerine yabancılardı. Kim nereye ait kestiremiyordum. Herkes kendi içinde kayıplardaydı. Bedir ise beni ararken kayboluyordu.

Odaya girdiğimde Aydız da elinde ekmek sepetiyle arkamdan girmişti. Kahvaltı sofrası hazır görünüyordu, bana yapılacak bir şey bırakılmadığından masaya ilerleyip sandalyemi kendime çektiğim gibi üzerine kuruldum. Yüzümü sıvazlayıp saçlarımı geriye ittirdim. Aydız, karşıma geçip oturduğunda Osman da elinde çaydanlıkla odaya giriş yapmıştı. ''Rıza gitti mi?'' diye sordum. Sesim kısıktı.

''Buradayım canikom.'' İçeriden Rıza'nın sesi gelmişti. Ardından kapının eşiğinde vücudu görünmüş, kafasının üzerinde papağanla yanımıza yaklaştı. Papağan, Rıza'nın başının tepesinden havalanıp, uçak hızında yanıma varıp yanağıma gagasını bastırdı. Gagasını yanağıma bastırması sanırım öpücük anlamına geliyordu. Hayretler içerisinde kaşlarımı kaldırıp, "Günaydın," diye mırıldandım. Herkes masaya yerleşti. Papağan da öyle!

"Senin çenenin ucu neden kıpkırmızı?" Aydız'ın sorgulayıcı bakışları çenemden gözlerime tırmanırken yanaklarımın ısısı arttı.

"Sinek ısırdı herhalde," deyip tabağımı gelişigüzel doldurmaya başladım. Ah, Bedir! Öpecek yer yoktu sanki. Çenemi ısırmaktan bir hal etmişti gece gece.

"Kış vakti ne sineği Şehnaz?" diye sordu Rıza. Önündeki tabağı doldurma gereksiniminde dahi bulunmamış, her kaseye ayrı ayrı çatalını sokuşturup koca ekmek dilimlerine sürüyordu.

"Sinek Bedoş! Sinek Bedoş! Sinek Bedoş!" Papağana doğru gözlerimi büyüttüm. Nereden anlamıştı Bedir'i? Gece gece bizi mi gözetliyordu sapık kuş?

"Sallama lan sen de!" diyerek kuşa ters ters baktı Aydız. "Bedir gece evde yoktu bile. Ayrıca kapıyı defalarca kontrol ettim, hep kapalıydı, zili çalmadan eve giremezdi. Zil sesini duymadığıma göre Bedir gelmedi." Sustu, gözlerini kıstı, bana baktı. "Yoksa zile basmadan sadece kapıyı mı tıklattı? Onu eve mi aldın yoksa Şehnaz?"

"Sabah sabah bunlar ne tür senaryolar?" Osman, çay bardaklarımızı doldururken gözlerimi kırpıştırdım. Osman, durgun görünmüyordu. Acaba Arya ile dün gece telefonda sorunlarını halledebilmiş miydi?

MİNİKŞE (Kitap Oluyor)Where stories live. Discover now