14:"two steps, one man"

197 17 5
                                    

"Bende sevmemen gereken bir şey var.
Ne olduğunu anlatamam, kötü unutulmak istemezsin."

*

Bir sene önce, Parti sonu

Bolca su ile yüzünü yıkayıp ayılmaya uğraştı Eddie. Üst üste içtiği içkiler kafasını allak bullak etmişti. Ne düşüneceğini ya da ne yapacağını bilemeyecek kadar sarhoştu. Eğer eve sağ salim varmak istiyorsa ayılmaya uğraşmalıydı.

Soğuk su buklelerini sırılsıklam ettikten sonra yeteri kadar ayıldığını düşünüp suyu kapattı ve doğruldu. Aynada gördüğü yüzü bembeyaz ve yorgundu. Göz altları morarmış, alnına dökülen bukleler suyla beraber yapışmıştı. Ferahlamak adına saçlarını yüzünden çekip arkaya atarak onlardan kurtuldu. Aynı zamanda derin nefesler alıyor, sarhoşluktan bulanıklaşmış görüşünü düzeltmeye uğraşıyordu.

Banyodaki işi bitince ağır hareketlerle kapıyı açıp çıktı. Görünürde ondan başka kimse yoktu etrafta, odalardan gelen inleme seslerini sayılmazsa. Duyduğu seslerle yüzünü ekşitip merdivene yöneldi. Eve gitmek istiyordu. Chrissy'i bulup önce azarlamak sonra sarılmak istiyordu. Peki ya Chrissy neredeydi? Onu en son nerede bırakmıştı? Onu düşününce neden içinde koskoca bir huzursuzluk baş gösteriyordu?

Alt katta orada burada sızmış birkaç kişi ve sarhoş sarhoş salınanlardan başka kimse yoktu. O gece ilk defa sarsak adımlarla havuza açılan bahçeye çıktı. En son arkadaşı buraya gelmişti. Öyle hatırlıyordu. Peki doğru mu hatırlıyordu? Emin değildi. Kafası çok karışıktı. Bu kadar içtiği için lanet etmeliydi. Arayıp nerede olduğunu sormalıydı.

Arka cebinde duran telefonunu alıp açtığında üç arama onu karşıladı. Kaşları çatılırken ekran kilidini açarak cevapsız çağrılar kısmına girdi. En üst kısımda kırmızı renkle Baby Chrissy yazıyordu. Tam üç cevapsız çağrı. O da mı eve gitmek istiyordu? Ve bu yüzden Eddie'ye mi ulaşmaya çalışmıştı? Öyle olmalıydı.

Beklemeden neredeyse yirmi dakika önce gelen çağrının üstüne tıkladı ve kulağına götürdü. Saniyeler içinde telefon çalmaya başlarken bahçenin kapısında öylece durmuş cevap bekliyordu. Dördüncü çalışta bir bipleme sesinden sonra telefon açıldı. "E-eddie..." dedi kırgın ses.

"Chrissy? Sen misin?"

Hışırtı sesinden başka bir şey duyamadı. Kesik kesik nefes sesleri var bir de. "Hey, orada mısın?"

"B-ben...b-bi..." Arkadaşının kekelemeden öteye geçmeyen sözcüklerinden bir şey anlayamadı. "Chrissy, iyi misin sen? Neyin var?" Git gide endişesi artıyordu. "Bana nerede olduğunu söylemeye çalış!"

"Çok...ç-çok karanlık..." Sessizlik girdi araya sonra yine konuştu. Bir fısıltıdan öteye geçemeyen bir sesle, "O...o-orman..." diyebildi.

"Orman mı?! Ormanda mısın?!" Ama umduğu gibi bir cevap alamadı, ses yoktu. Hiçbir şey yoktu. Muhtemelen ağaçlardan gelen hışırtıdan ve arkadaşının hareketlerinden çıkan sesten başka bir şey duyamıyordu. "Chrissy?!" dedi son kez ama cevap almak yerine büyük bir gürültü duydu. Ne olduğunu anlayamazken seslenmeye devam etti ama koca bir sessizlik karşıladı onu.

Endişe içini kemirirken telefonunu hızla kapatıp cebine attı ve evin çıkışına yürüdü. Aynı anda motorunun anahtarını aramaya başladı ceplerinde. Gidip arkadaşını bulmalı ve iyi olduğunu bilmeliydi. Onu yalnız bırakmak gibi aptal bir hata yaptığı için arkadaşına bi şey olursa kendini affedemezdi. Seri adımlarla evden çıktığında gözleri araba kalabalığının içinde motorunu aradı. Köşede park halinde bulunca beklemeden oraya yürüse de hala anahtarını bulabilmiş değildi.

last chance to die •steddie•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin