17:"kill the flower"

145 15 33
                                    

"Yolların kapalıydı, zorlamadım.
Öldürdüm çiçeğimi, yaşatamadım."

*

Bir sene önce

Henry Creel, o geceden sonra vicdan azabının nefes alan haliydi artık. Gözünün önünden gitmeyen görüntüler ve içini kemiren gerçekler peşini bırakmıyordu. Günlerdir ne konuşuyor, ne yemek yiyor, ne de odasından çıkıyordu. Bay ve Bayan Creel, büyük bir endişe içindeydiler. Oğullarını ilk defa bu kadar bitik bir psikolojide görüyorlardı. Bir şeyler yapmak istiyor, onu tekrardan hayata döndürmeyi deniyorlardı. Ama Henry, onlar her adım attığında uzağa kaçıyordu. Hem fiziken hem de ruhen köprüler örüyordu ailesiyle arasına.

Üstelik birkaç gündür kasaba, ormanda bulunan ölü kız dedikleri bir olayla çalkalanıyordu. Kimliği sonradan belirlenen bir kız kanlar içinde bulunmuştu ormanda. Bir cinayete kurban gittiği düşünüldüğü için Şerif Hopper'ın da isteğiyle kıza otopsi yapılmış ve şiddetli bir çarpmadan kaynaklanan iç kanama sebebiyle öldüğü söylenmişti. Bu derece şiddetli bir çarpmaya sebep olacak tek şey, motorlu bir araçtı. Bu sebeple cinayet vakasına dönen soruşturma eşliğinde kanıt bulunmaya çalışılmıştı.

Ama bu olay zannedildiği kadar basit çözülmeyecekti. Her şeyden önce olaya dahil olan paraydı. Parayla her şeyi satın alabilirdiniz. Bir insanın canına mal olan bir cinayetin delillerini bile. Billy Hargrove, kendince o gece bütün delilleri yok ettiğini sansa da onları asıl kurtaran kişi, Bay Harrington'dan başkası değildi. O geceden birkaç gün sonra telefonu çaldı adamın. Arayan Hawkins Polis Departmanı'ydı. "Merhabalar Bay Harrington, ben Hawkins Polis Departman Müdürü Gabriel Lopez." Yıllardır uğramadığı Hawkins' in polisinden neden bir arama aldığını anlamayan adam şaşırarak konuştu. "Size de merhabalar Müdür Lopez, buyurun." diyebildiğinde Müdür Lopez hiç vakit kaybetmeden olanları açıkladı.

Sonrasında olanlar basitti. Büyük adamlar kimseye hissettirmezdi işlerini. Kimse onların perdenin arkasında neler çevirdiğini anlayamazdı. Çünkü işi yapan hiçbir zaman onlar olmazdı, onlar söyler siz yapardınız. Keza yine öyle oldu. Şan, şöhret ve para bir insanın canının yerini alacak kadar değerli sayıldı. Üst birimlerden emir alan ekipler dosyayı düşürme kararı almış, Şerif Hopper karşı çıkmak istese de izin verilmemişti. Üstelik Hawkins yöneticileri de böylesi bir dava yüzünden prestij kaybedip halkın güvenini sarsmak istemiyordu. O yüzden alt birimlere baskı uygulayarak bu dosyadan olabildiğince hızlı bir şekilde kurtulmaları gerektiği söylenmişti. Ve böylece bir cana mal olan olay, aylar geçmeden sanki hiçbir şey olmamış gibi unutulmuştu, herkes tarafından.

Bütün bu yaşananların sonunda Henry, bir ölüden farksız geçirdiği haftaların ardından  bir pazar sabahı odasından çıkma kararı aldığında Bay ve Bayan Creel rahat bir nefes vermişti. Oğulları önce ılık suyun altında kısa bir duş almış sonrasında ise onlarla beraber haftalar sonra ilk kez kahvaltıya oturmuştu. Durgun olsa da ve pek bir şey yemese de ses etmediler. En azından odasında bir enkazdan farksız bir şekilde yatmıyordu.

Henry, önüne koyulan krebi bir süre bıçakla eşeledikten sonra masadan hışımla kalkmış ve hiçbir şey söylemeden odasına çıkmıştı. Dolabının karşısına geçip uzun kollu üstünü çıkararak üstüne gelişi güzel bir sweatshirt geçirip az önce kolunun arasında sakladığı bıçağı da sağ cebine atmıştı. Ardından ayaklarına da converselerini giyip son kez aynaya dönmüştü. Dolabının aynasından kendisiyle göz göze geldiğinde duraksadı. Bir ölü gibiydi. Ya da bir ölüydü, gibisiz. Çökmüş gözaltları, kireç gibi bembeyaz teni ve kabuk bağlamış mor dudaklarıyla o bir ölüden farksızdı.

last chance to die •steddie•Where stories live. Discover now