on iki

262 47 2
                                    

"Han Jisung? Kuzeyli misin?" Ülkenin iki ayrı bölgeye ayrılmasının ardından halk birbirlerine karşı tavırlı hâle bürünmüş, aralarındaki gerginlik artmıştı. Soy isimlerinden kimin nereli olduğu layığıyla anlaşılıyordu. Han Jisung yeni tanıştığı adamı onaylamış ve eklemişti: "Ailem Kuzeyde fakat ben burada yaşıyorum."

"Yani Minho'da kalmana lüzum yok, burada yaşadığına göre başını sokacak bir evin vardır mutlaka." Jisung bu sert tavır karşısında afallarken nasıl bir yanıt vereceğini kestirememişti. Gidecek bir yeri yoktu, kimse ona Minho kadar yakın ve iyimser davranmamıştı. Belki de onu sömürüyordu lakin elinden bir şey gelmezdi, yaşaması için bu adama ihtiyacı vardı. En azından kendini toparlayabilene kadar.

Sözlerine bir yanıt alamayan adam gerilmişti. Onu tanımıyordu, ve arkadaşı Minho'da tanımıyordu. Psikolojisinin iyi olmadığını biliyordu, ailesini kaybetmişti. Ve bundan dolayı boşluktaydı, yaptığı her hareketi buna bağlıyordu. "Bak seninle açık konuşacağım, Minho yakın zamanda ailesini ka-"

"Kim Kibum. Artık gitseniz iyi olacak." Odaya adım atan bedenle Jisung rahatladığını hissetti ama aklında soru işaretleri oluşmaya başlamıştı. Kibum denen adam Minho'nun ailesi hakkında bir şey söylüyordu ve yarıda kesilmişti, merak etmişti.

Arkadaşları onun huyunu bildiğinden ikiletmeden ayaklanmış ve her biri koltukta bacaklarını kendine çekerek oturmuş çocuğu es geçerek pervaza yaslanan bedene ilişmişlerdi. Teker teker biricik arkadaşına sarılmışlar ardından birkaç söz ve nasihat sıralayarak evden ayrılmışlardı.

Hava yavaş yavaş kararıyordu, Jisung karanlığı sevmezdi. Minho arkadaşlarını uğurlar uğurlamaz içeri geçmiş ve koltukta boş kalan kısma oturmuştu. Merakla camdan dışarı bakan çocuğu incelerken mırıltı şeklinde duyduğu laflara odaklandı. "Ben sana rahatsızlık vermek istemiyorum." Ayak bileklerinde gezinen parmaklarını sıkılaştırırken gözlerini yumdu ve alnını diz kapaklarına yasladı. "Sadece lütfen bir süre daha seninle kalmama izin ver. Sonrasında tamamen hayatından çıkacağım ve asla karşına çıkmayacağım."

Lee Minho birden ortaya atılan sözlerle kaşlarını çatmıştı. Emanet değil miydi bu çocuk kendisine? Öylece gidebilir miydi? Buna izin veremezdi.

Nedeninin arkadaşlarının sarf ettiği sözler olduğunun farkındaydı, dediklerini duymuştu. Ve Han Jisung'un yüzündeki o ifadeyi de görmüştü. O çaresiz bakışları iyi tanıyordu, kendine açılan her kapının ardındaki o belirsizliği ve bir başka kapı açmaya da gücünün yetemeyeceğini betimleyen bir bakıştı o. Tek başına bazı şeylerin altından kalkamayacağının bakışıydı, yardıma muhtaç olduğunu insanlara fark ettirmeye çabalayan bir bakıştı. Görmezden gelemezdi.

"Gördüğün gibi ben yalnız bir adamım. Yanımda birilerinin olması benim için daha iyi. Hem sayende evde tek kalmıyorum, bu güzel bir şey değil mi?" Minho biliyordu ki eğer onun üzerinden bir açıklama yapsaydı onu yeterince iyi hissettiremeyebilirdi ve ayriyeten bu çocuk o ne derse yapma eğilimindeydi. Belki 'kalacaksın' diyerekten emretse bile karşı gelmezdi ama Minho onu zorlamak istemiyordu, gitmesini de istemiyordu. İstediği şey; kendi isteğiyle yanında kalmasıydı.

Yaslandığı yerden alnını çekip yanağını yerleştirmiş, kafasını yanındaki bedene çevirmişti. "Neden o toprağa gömüldüğümü tahmin edebilir misin?" Minho herhangi bir tepki vermemiş, onun konuşmaya devam etmesi için sessizliğini korumuştu.

"Eğer duyarsan benden nefret edebilirsin."

Minho merak etmişti, öğrenmesi lazımdı, ki öğrenecekti de.

obliged, minsungWhere stories live. Discover now