on altı

265 45 7
                                    

Minho rüyasına giren eşi nedeniyle berbat bir hisle uyanmıştı gecenin bir yarısı. Başının ağrıdan çatlayacak gibi olmasını da uykusundaki gerilim havasından kaynaklı olmasına bağlamıştı. Boğazının kuruduğunu hissetmişti. Su içmedi lazımdı.

Yataktan fazla ses çıkarmamaya çalışarak kalkmış ve sokak lambasının odayı ışıttığı kadarıyla görebildiği çocuğun yüzünü incelemişti birkaç saniye. İlk gündeki izler iyileşmeye yüz tutmuş gibi görünüyordu.

Odadan çıkmadan Jisung'un beline kadar indirmiş olduğu örtüyü omuzlarına doğru çekerek düzeltmiş ve yanına koyduğu müzik kutusunu alarak komidinin üzerine bırakmıştı. Hediyesini fazla beğenmiş olacaktı ki uyurken bile yanından ayırmak istememişti. Belki de aldığı ilk hediyeydi. Bilemezdi.

Aynı sessizliği korumaya çalışarak odadan ayrılmış ve mutfağa geçmişti. Hâlâ rüyasının tesiri altındaydı. Fazla rüya veya kabus gören biri değildi. Uzun zamandır da bir şey görmüyor, görse de sabah kalktığında hiçbir anı hatırlamaz halde uyanıyordu. Birden böyle bir rüya görmesi onu kötü etkilemişti. Su içmek için geldiği mutfağa niye geldiğini dahi unutmuş, ellerini tezgaha dayayarak gördüklerini daha iyi anımsamaya çalışmıştı. Eşine doğru koşmaya çalışıyor lakin her adımında yeri boyluyordu. Sanki fiziksel bir acı çekiyordu. Hâlâ bacaklarında bir karıncalanma olduğunu hissediyordu.

"Belki de ona ulaşamamamın nedeni hâlâ onu ziyaret etmememdir." diye düşünmüş ardından dik bir konuma gelerek mutfaktan çıkmıştı. Evet doğruydu. Hâlâ onu ziyaret etmemişti, bunu daha fazla ötelemek istemiyordu. Onunla aşık olduğu için evlenmemişti ama ondan nefret ediyor da değildi. İyi veya kötü yılları birlikte geçmişti hiçbir sebebi olmasa bile kızının annesiydi. Bu yüzden ona en azından bu kadarını borçlu olduğunu hissediyordu. Hem gitmişken kızını da görmeliydi, emindi evladı onu çok özlemişti.

Mutfaktan ayrılıp dış kapıya yöneldiğinde başını koridorun sonundaki odaya çevirmiş aralık kapıdan uyuyan bedene bakmıştı. Onu tek bırakamazdı ki.

İçinden sıraladığı küfürler aklına gelen fikirle son bulmuş ve ani kararıyla bu fikri eyleme dökmeye karar vermişti. Jisung uyanana kadar gidip gelecekti. Sadece yarım saat sürecekti, fark etmeyecekti bile. Hem hiç gecenin bir yarısı uyandığına da şahit olmamıştı. Günün ağarmasına da bir hayli vakit vardı.

Çocuğun yanına gitmekle veya herhangi başka bir işle vakit kaybetmek istemediğinden direkt olarak asılı duran paltosunu giymiş ve botunu ayaklarına geçirmişti. O topraklı gece yüzünden pisti, temizlemek gerekiyordu. Fakat umursamadı. Zamanı yoktu.

Anahtarını montun cebine koyup, olabildiğince sessiz bir şekilde kapıyı açmış ve bedenine vuran soğuk hava dalgasıyla yüzünü ekşitmişti. Kim bilir ailesi ne kadar fazla üşüyordu bu havada.

Aynı yavaşlıkla kapıyı kapamış ardından son zamanlarda düşlerine kadar girmeye başlayan o mezarlık yoluna doğru koşmaya başlamıştı. Eski kendisi; gecenin bir yarısı, etraf göz gözü göremeyecek kadar karanlıktayken deli gibi koşan birini görse muhtemelen alay ederdi. Lakin şimdi insanların her attığı adım bile ona hüzün verebilecek düzeydeydi. Toz pembe hayatı karalar bağlamıştı. Düşünceleri de aynı şekilde.

Gözlerinin buğulandığını yanma hissiyle fark ederken yumruk yaptığı elini göğsüne çıkarmıştı. Kalp ritmi değişmişti. Koştuğu için miydi? Hayır, aklındakiler yüzündendi hepsi.

Karnındaki sancıyla göğsündeki elini indirdi ve soluk soluğa olmasını umursamayarak yavaşlattı adımlarını. Sonunda varmıştı o yere; mezarlığa.

Büyük demir kapıdan geçti ve ilerledi sol tarafa doğru. Bu anı çok yakın bir zamanda yaşadığından tanıdıktı her şey. Gözlerini kıstı ve baktı az bir mesafe uzağındaki yere. Jisung'u bulduğu yere baktı. Belirsiz silüetler geziniyordu sanki orada. Kaşlarını çattı, ailesi mi gelmişti? Kuzeyde olduklarını söylemişti. Belki de sadece mezar görevlisiydi? Sonuçta mezarın üzerini kapamamışlardı ve öylece bırakıp terk etmişlerdi orayı. Ama bu da mümkün olamazdı. Orayı öyle bırakmalarının üzerinden günler geçmişti, cidden yeni mi fark ediyorlardı? Aniden aklına gelen kişilerle gerildiğini hissetti. Bu adamlar Jisung'u oraya gömen kişiler olmalıydı. Başka bir açıklaması olamazdı.

Adımlarını geriye çevirmedi ve ilerlemeye devam etti. Jisung'un aksine Minho bu adamlardan korkmuyordu. Gerekirse hepsini oraya gömebilecek cesarete sahipti. Her biri kendi dinleriyle kafayı sıyırmış uçuk şeyler yapıyor ve diğer insanları da yapmaya zorluyorlardı. Bütün hepsini Jisung'un kendine bahsettiği birkaç cümleden anlamıştı, ki bunu anlamak hiçte zor değildi.

Kendi kızı ve eşinin kabrine ilerlerken gözünün ucuyla eşilen yerde hararetli bir şekilde konuşanlara bakmış ve onların hemen yanındaki mezarın başında durmuştu. Sahibinin kim olduğunu bilmiyordu, umursamadı, amacına ulaşmak için yapması gereken tek şey şu anlık buydu. Amacıysa; bu adamların ne konuştuğunu öğrenmekti. Fakat o kadar sessiz konuşuyorlardı ki sözlerini diplerine girmeden anlamlandırabilmek mümkün değildi.

Aradan geçen saniyelerle hiçbir değişiklik olmamış, Minho hiçbir şey duyamamıştı. Bu duruma sinirlenmeye başlamıştı. En azından bir şeyler öğrenmeyi istemişti. Arkasından gelen hışırtılarla başını çevirdi yavaşça. Adamların uzaklaştığını görmüştü. Gidiyorlardı.

Peşlerinden birkaç saniye öylece bakakalmış sonrasında kendine gelerek buraya gelme gayesini kendine hatırlatmıştı. Jisung evinde güvendeydi, onun adına endişelenmesine gerek yoktu. Hem birkaç dakika içinde buradaki işini halledip yanına geri dönecekti. Şu anda odağı ziyaretine geldiği ailesi olmalıydı.

Kim olduğu hakkında en ufak bir fikre sahip olmadığı kabirden özür dileyerek uzaklaşmış ve mezar taşlarındaki isimleri okuyarak aradığını bulmaya çalışmıştı.

Birkaç isimin ardından kendi soy ismiyle duraksadı ve yazıları okudu. Bulmuştu. Kızı ve eşinin ismini mırıldandı sessizlikle. Yan yana gömülmüşlerdi. Kızının mezar taşı annesininkine nazaran daha küçüktü. Uzandı yavaşça soğuk taşa ve okşadı parmak uçlarıyla ismi sanki kızının saçlarını okşarmış gibi. Kızını sevmeyi özlemişti.

"Bebeğim..." diye mırıldandı. "Beni yukarıdan izlediğini ve her şeyden haberinin olduğunu biliyorum." Konuşmaya ara verdiğinde vücudunun kulaklarına kadar sıcakladığını hissetti. "Seni ve anneni şimdiden o kadar çok özledim ki anlatamam. Hasretinizle şimdilik başa çıkabiliyorum lakin ilerde ne yaparım inanın hiç bilmiyorum." Gözünden bir damla yaş aktı aşağıya doğru. "Daha önce gelmem gerekirdi. Ama yapamazdım. İlgilenmem gereken birisi var, onun için sizden bile fedakarlık yapmak durumunda kaldım. Biliyorum ki bana bunun için kızmazsınız."

Eşinin olduğu tarafa çevirdi kafasını gözyaşları artarken. "Sen çok iyiydin. Bana karşı hiçbir zaman saygısızlık yapmadın, bu da bana karşı olan aşkındandı, biliyorum. Ben seni sevemedim. Sana hak ettiğin karşılığı veremedim hiçbir zaman. Şimdi bile sana sarf edebileceğim onca sözün arasından en dandiklerini seçiyorum. Lütfen affet beni. Seni sevemediğim ve seni koruyamadığım için." Okşadı eşinin ölüm tarihinin kazılı olduğu soğuk taşı. "Ne olursa olsun benim mutlu olmamı dilerdin. Bu yüzden en azından bir isteğini gerçekleştirebilmek için mutlu olmaya çalışacağım." Yanaklarındaki ıslaklığı sildi ve ayağa kalktı. Eve dönmesi gerekiyordu. Jisung uyanır ve onu yanında bulamazsa korkardı.

"Görüşürüz." Dedi sessizce. Daha fazla söze lüzum yoktu. Arkasını döndü ve uzaklaştı yavaşça. Üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi hissediyordu. Rahatlamıştı.

obliged, minsungWhere stories live. Discover now