Özgürlüğün son demleri

55 11 2
                                    


Bölüm şarkısı    Burak Akyol: NİDA 🎶

Dışarıda yağan yağmurun şiddetini pencerenin tam önünde kurulu olan masamdan görüyordum. Yağmurun hızı arttıkça yağmur taneleri cama hızla çarpıyordu. Cam dışarıdan tamamen ıslanmış. Gün ise yavaştan kararmaya başlıyordu. Müşterinin hayal ettiği elbisenin tasarımı için çizimi tamamlamaya çalışıyordum. Çizim yapmak benim için her zaman zevkti. Ama son bir haftada o kadar çok yapmıştım ki bedenim yorgun düşmüştü. Kafamı ara ara kaldırıp dışarıda yağan yağmuru izliyordum. Hava oldukça kasvetliydi. Böyle havaları genelde severdim. Bana ilham veriyordu.

Dışarıdaki kargaşayı bir camın arkasından güvenli şekilde seyretmek zevkti. Yağmur şiddetlendikçe kararan havayla beraber çarpan şimşekte odayı aydınlatıyordu. Paydos saatimin yaklaşmasıyla çizimi bitirmek istiyordum. Kendimi tüm benliğimle çizime odaklamıştım. Bir süre sonra burnuma gelen o tanıdık kokuyla kalemi hareketsiz bıraktım.

Kokunun yoğunluğu arttıkça kokuyu tanımam kolaylaşmıştı. Son zamanlarda ki en  sevdiğim kokuydu bu. Kafamı hafifçe kaldırdım. Gözlerimi karşımda ki  pencerenin camına diktim . Havanın kararmasıyla odanın tüm görüntüsü cama yansıyordu. Önce kendimi gördüm. Göğsümün altına kadar uzanan koyu kahve saçlarım, beyaz tenim ve ela gözlerim karşımdaydı. Sonra arkamdaki duvara yasladığı bedeniyle onu gördüm. Kumral teni, bal rengi gözleri, koyu pembe dudakları karşımdaydı.

Islanmış kumral saçlarının birkaç teli alnına dökülmüştü. Kusursuz ve kemikli yüz hatları da yağmurda ıslanmıştı. Onun yansımasına bakmak bile bu kadar içimi ısıtırken bununla yetinemezdim. Yüzüme yerleştirdiğim tebessümle arkamı döndüm. Yansımadan gördüğümden daha net, daha mükemmeldi karşımda duran. Onu ilk gördüğüm an koca kalabalığın içindeydi. O zaman bile dikkatimi çeken bu yüz şimdi tam karşımdaydı.

Yüzüne hafif bir gülümseme kondurarak bedenini duvardan çekti. Küçük adımlarla bana doğru yaklaştı. Bende sandalyeden usulca kalkıp ona yöneldim. Önce ellerimiz birleşti. Sonra tüm özlemimizle birbirimize sarıldık. Başım tam onun göğüs hizasına denk gelmişti. Zaten en sevdiğimde buydu. Onun kalp atışını duymak her zaman cezp etmişti beni. Deri ceketinin yağmurda ıslanmasıyla tüm nemi hissediyordum.

Saçlarımdan koklayıp öptü. Sanki uzun zamandır görüşmemişiz de hasret kalmışız gibi. Aslında görüşmeyeli daha iki gün olmuştu. Başımı yasladığım yerden hafifçe kaldırdım. Tüm bakışımı yüzüne yönelttim. Kusursuzluğu daha da belirginleşmişti. O yanımda yokken kendimi tamamlanmamış yarım hissediyordum. Oysa hayatıma gireli daha sekiz ay olmuştu. Biz yüzüklerimizi takıp nişanlanmıştık bile. Bakışlarını gözlerime çevirip hafifçe işaret parmağıyla burnuma dokundu.

"Ne güzel dalmış çalışıyordun sen öyle" dedi. Yüzüne belli belirsiz bir gülümseme yerleştirdi. Bu sözleri beni utandırmıştı. Acaba ne kadar zamandır öylece durup beni izliyordu? Yanaklarım hafiften kızarmaya başlamış olacak ki yüzümdeki sıcaklığı hissediyordum. Utangaç bir tavırla

"sen ne zaman geldin ki?" diye sordum. Utandığımı fark edip eliyle omuzuma dokunarak

" merak etme yeni geldim" dedi. Yüzüne yerleştirdiği hafif alaycı bir gülümsemeyle ekledi " sen işine devam et ben beklerim mesai bitimine az kaldı zaten" dedi. Hafifçe yönünü çalışma masama çevirdi. Ardından bende masama oturdum. Sandalyelerden birini çekip yanıma oturdu. Kalemi alıp çizime kaldığım yerden devam ettim. Ne kadar o yokmuş gibi çizime devam etsem de beni izlediği için çekiniyordum.

Ara ara camın yansımasından beni izlediğini de görüyordum. Bu durum hoşuma gitse de izlenmek rahatsız ediyordu. Kendimi tam anlamıyla odaklayamıyordum. Bir süre sonra kendini tutamayıp sırıttığını fark ettim. Ona doğru baktım. Elleriyle dudaklarını kapatmış bir şekilde duruyordu. Gözlerimi devirerek

PRANGAMIN ANAHTARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin