GİRİŞ

9.2K 441 90
                                    

BEREKET ÇAĞI 685

Dört bir yanı beyaz bir örtü misali kaplayan kar, iri taneler halinde yağmaya devam ederken gecenin karanlığı, kendine ancak hayrı dokunan küçük Fruden kasabasını içine çekmekteydi. Bu soğuk kış gününde kasabanın adeta ölüm sessizliğine bürünüp insanların evlerine kapanmasının tek nedeni havanın soğukluğu değildi. Bu gece Druha gecesiydi; yüzyılda bir görülen, ruhlar diyarının kapılarının açıldığı gece. Şimdiye dek Druha gecesinde olağanüstü bir olay yaşanmamıştı, en azından bilindiği kadarıyla. Ancak halk arasında, Druha gecesi kötü ruhların ortalıkta dolaşıp savunmasız haldeki kişileri avlayarak bedenlerini ele geçirdiklerine dair kuvvetli bir inanç vardı. Bu inanç yüreklerinde öyle sağlam bir yer edinmişti ki caka satan iri yarı adamlar dahi güvende olduklarına inandıkları evlerine sıkı sıkı kapanmıştı. 

Ara ara birkaç meraklı baş, evlerin camında beliriyor; dışarıya ürkek ve aceleci bakışlar attıktan sonra camın ardında onları bekleyen bir yaratık varmışçasına hemen uzaklaşıp gözden kayboluyordu.

Havanın giderek bozduğu bu ıssız ve kasvetli Druha gecesinde, elinde etrafa turuncu ışıklar saçan bir gaz lambasıyla yaşlı bir kadın, halk arasında dolanan söylentilere meydan okurcasına karları eze eze ilerliyordu. Soluk alıp verdiğinde yüzünün hemen ilerisinde oluşan buhar, havanın ne denli soğuk olduğunu gözler önüne sermekteydi. Ne var ki kadının ne havanın soğukluğunu ne de Druha gecesi dışarıda oluşunu önemsiyor gibi bir hali yoktu. Yüzünde gözle görülür bir endişe olsa da bunun sebebi kötü bir ruh tarafından avlanmak değildi. Yaşlılıktan bembeyaz olan uzun saçları geriden örülmüştü ancak bu sıkı örgülerden kurtulmayı başaran birkaç parça saç teli rüzgarda uçuşuyor, ara ara gözüne geliyordu. Sırtında onu soğuktan korumaya yetmeyecek kadar eski ve yamalı, koyu yeşil bir hırka vardı. Aceleci adımlarla kasabanın kuzeyinde kalan bir mağaradan içeri girmeden önce fenerini kaldırıp soluk yeşil gözleriyle çevreyi hızla kolaçan etti. Krauv Ormanları'nın, üstüne karların biriktiği kuru dalları ardında uzanan sıradağlar yaşlı kadına daha önce hiç olmadığı kadar kasvetli göründü. Endişeli bakışlarını güneye, geldiği tarafa çevirdi. Tahmin ettiği gibi, etrafta kimsecikler yoktu. Karda bıraktığı izlerden takip ediliyor da olamazdı çünkü iri taneler halinde hızla yağmakta olan kar, yaşlı kadının bıraktığı izleri çoktan gizlemeye başlamıştı bile. 

Vakit kaybetmeden boğuk çığlık seslerinin yükseldiği mağaraya daldı. Soğuk ve nemli duvarların arasında ilerlerken ileriden yayılan soluk ışığı takip etti. O yaklaştıkça sesler de ışık da daha belirgin hale gelmeye başlamıştı. Nihayet gecenin bu vaktinde dışarıda oluş sebebinin yanına vardığında karnı burnundaki genç kadını sırtını duvara dayamış halde can çekişirken buldu. Zavallı kadın, yaşıtlarını kıskandıracak güzellikle olmasına rağmen çektiği acıdan ötürü korkunç görünüyordu. 

İhtiyar, gaz lambasını yere koyup çabucak kadının yanına çöktü. Kadının bilinci tam olarak yerinde değildi ve alnı boncuk boncuk ter olmuştu. Onu yavaşça yere yatırıp kana bulanmış eteğini kaldırarak durumunu kontrol etti. Yılların deneyimine bakarak kadının bu doğumdan sağ çıkamayacağını daha o an anlamıştı. Yine de bebeği kurtarabilirdi. 

Genç kadının acı dolu çığlıkları artarken yaşlı kadın da elinden geleni yapıyordu. Oldukça zorlu geçen dakikaların ardından kadının attığı çığlıklar birden kesildi ve mağara, kanlar içindeki bebeğin ağlayışıyla doldu. 

"Bir erkek!" dedi yaşlı kadın bebeği havaya kaldırıp annesine doğru tutarak. Bebeğin yüzü morarık vaziyetteydi. Zırıl zırıl ağlamakta olduğundan minik ağzının arkasındaki küçük dili görünüyordu.

"Adının ne olmasını istiyorsun?" Yaşlı kadın bu soruyu, bir daha sorma fırsatının olmayacağını bildiğinden aceleyle sormuştu. Kan ter içindeki genç kadın başını güçlükle kaldırıp, ihtiyarın dikkatle tuttuğu bebeğe baktı. Ağladığı için komik gözüken ufacık bir yüzü, yumru halinde minicik elleri vardı. Kadının buzul mavisi gözlerinden ılık yaşlar süzülürken yüzünde mutlulukla karışık acı dolu bir gülümseme belirmişti. 

"Adı..." Kurumuş dudaklarının arasından güçlükle mırıldanıyor, sesi fısıltı gibi çıkıyordu. "Adı Aris olacak." Genç annenin gözyaşları hızlanıp yüzündeki ter damlalarına karışırken ihtiyar da bebeği en azından bir kez kucağına alabilsin diye annesine uzattı. Çiçeği burnunda anne, bebeğini sımsıkı sarıp kokusunu içine çekerken gözlerini mutluluk ve üzüntüyle karışık bir hisle yumdu. Öleceğini biliyordu. Ömrünün sonuna gelenler bunu mutlaka hissederlerdi. Bu, bebeğini ilk ve son kez kucağına alışı olacaktı. Mutluluğu da kederi de aynı anda hissediyordu. 

Yaşlı kadın sıkıntılı bir nefes verip başını çaresizce iki yana salladı. Ona doğumu bu şartlar altında yapmanın çok riskli olacağını daha önce söylemiş ve onu kararından vazgeçirmeye çalışmıştı ancak kadın kabul etmemişti ve işte şimdi, zavallı kadın son nefesini vermek üzereydi.

 "Üzgünüm Keya." 

Genç anne bebeğinin kokusunu doyasıya içine çekmeye devam ederken gözlerini yavaşça araladı. Görüşü bulanıktı ancak yine de yaşlı kadını yüzündeki kederi görebilecek kadar seçebiliyordu. "Üzülme," diye karşılık verdi. Böyle söylüyordu ama gözyaşları akmaya devam ediyordu. "Onu korumak istedim," diye mırıldandı güçlükle. "O uğursuz değil, Khala. Hiç kimse uğursuz ya da lanetli doğmaz. Onun canını yakmalarına izin verme." Kadın boştaki eliyle Khala'nın yaşlılıktan buruşmuş elini sıkıca kavradı. "Yalvarırım, koru onu." Kadın artık güçlükle nefes alıyordu. Görüşü tamamen bulanıklaşmadan önce fısıltıyı andıran sesiyle "Aris'e onu çok sevdiğimi ve yanında olamadığım için özür dilediğimi söyle," diye mırıldandı. Hemen ardından bakışları son bir kez bebeğine kaydı ve görüşü tamamen kararıp bilinci kapanırken art arda kesik kesik nefes aldı. Aldığı nefesi son kez geri verdiğinde yaşlı kadını tutan eli gevşeyip yana düştü ve gözleri kapandı. Daha doğduğu gün öksüz kalan bebek, sanki annesinin sonsuza dek gittiğini anlamışçasına daha şiddetli şekilde ağlamaya başlamıştı.

Yaşlı kadın deminden beri kendini koyuvermemek adına gözpınarlarında güçlükle beklettiği göz yaşlarının yanaklarına hücum ettiğini hissetti. Öksüz bebek, giderek soluklaşan annesinin kucağında ağlamaya devam ediyordu. 

Gözyaşlarını sildirip bebeği dikkatle kucağına aldı. Altmış iki yıllık ömründe çok fazla doğum ve ölüme şahit olmuştu ancak daha önce hiç bu kadar talihsiz bir ana denk gelmemişti. Bir Khala olarak atalarının inandığı şeyi gayet iyi biliyordu. Druha gecesi doğan çocukların lanetli olduğu ve uğursuzluk getireceği söylenirdi. Bir Khala olarak geleneklere bağlı kalması ve bu inancı sürdürmesi gerekirdi ancak ona göre, tıpkı genç annenin de ölmeden önce söylediği gibi hiç kimse uğursuz ya da lanetli doğmazdı. İnsanları iyi ya da kötü yapan bu hayattaki seçimleriydi. İnandığı şey buydu. Şimdiye tek Druha gecesi nadiren doğum yaşanmıştı ancak doğan bu az sayıda çocukların hepsi de öldürülmüştü. Aynı sonun kucağında duran bu minik canı da bulabileceği endişesi yaşlı Khala'yı kahrediyordu. Aynı sonun bu savunmasız bebeği bulup bulamayacağı şimdilik bir muammaydı ancak Khala'nın bildiği tek bir şey vardı: Keya, bebeğinin hayatını kurtarabilmek için bu soğuk kış gecesinde, ıssız bir mağarada doğum yaparak hayatını ortaya koymuştu. Ölümü boşa olmamalıydı.

BİR ZAMANLARIN KRALLIĞI: Bereket ÇağıDove le storie prendono vita. Scoprilo ora