7 Şubat 2013
Günlerden pazardı. Hafta sonu olması sebebiyle, var olan bütün işlerini bir kenara atmış, bahçe tulumunu giydiği gibi dışarı atmıştı kendisini. Bir elinde toprak, diğer elinde tohum, balkon demirliklerine yaslı bahçe çapasını kaptığı gibi işe koyulmuştu. Onun, belki de yazmak ve okumak dışında sevdiği tek şey buydu. Her hafta sonu muhakkak toprağı havalandırır, gerekli çim bakımını yapardı. Saksıdaki çiçekleriyse her gün yoklamayı ihmal etmezdi. Çoğu zaman da, baş belası karşı komşusu sebebiyle mahvoldukları için değiştirmeyi.
"Bu yabani otlarla işiniz zor."
Duyduğu tanıdık sesle beraber eşeleyip durduğu toprağa bakmış, kırdığı dizlerinde doğrulup hemen yanında, balkonda öylece oturan gence kaymıştı. O, bahçesiyle ilgileniyorsa, pek sinir bozucu karşı komşusu da oturduğu yerde çizim yapıyordu. Kendisine göre, lüzumsuz bir şeydi bu. Niçin bu havada orada oturur ve resim çizerdi?
Kalkık kaşlarını indirip, derin bir nefes aldı. Geçen yaşanan olaydan bu yana üç gün geçmişti. Sebepsiz, hiçbir şekilde konuşma tenezzülüne girmiyordu. Karşısındaki gencin de ondan geri kalır yanı yoktu zira genç, yoğun bir dönemden geçiyor olmalı ki yazarın gözleri, arada evine kayıyor ve o perdelerin açıldığını, hatta eve doğru düzgün uğradığını bile görmüyordu. Hoş, umursadığı da söylenemezdi. Yalnız bir alışkanlık olmuştu.
"Niçin Malç kullanmıyorsunuz? Yabani otlara bire bir."
Pes etmemesine güldü, yazar, kafasını iki yana sallamayı da ihmal etmedi. Bu, Tanrı'dan dilediği sabırlardan yalnızca biriydi. "Eğer o kadar zengin olsaydım botanik bahçesi kurardım, değil mi?" derken çapasını bir kenara atmış, aldığı tohumları yerleştirmeye koyulmuştu. Nefes nefese kalmıştı.
Parmağıyla burnunun altını kaşımış, hafif çektiten sonra da, "Karışma işime." diyerek, yaptığı işe devam etmeye çalışmıştı.
Karşısındakinin gülmesi dışında, herhangi bir dönüt almadı. Bu, işine gelmişti fakat bir yandan, sürekli olarak izleniyor hissini de görmezden gelemiyordu zira yalnızca iki dakikalık nefeslenme aralarında bile ne zaman bakışları o yana dönse, iki tane koca göz üzerinde hakimiyetini sürdürüyordu. Değişik bir şeydi. Kalkıp koskoca adamı, bir çocuk gibi azarlamak istemiyordu fakat niçin bu soğukta, üzerinde hiçbir şey olmadan, oturduğu yerde çizim yapar dururdu bilmiyordu.
Üstelik, geçen gördüğü dövme de, sebepsiz yere gözleri önüne düşüyor, dalgınlığına sebep oluyordu. Niçin aklının derinliklerine kazınmıştı bu ufak detay, bilmiyordu. Gözleri, ne zaman raflığındaki kendi kitabı, nam-ı değer Bülbül Katili'ne kaysa, gözlerinde o dövme canlanıyordu. Ve kabul etmek ne kadar zor olsa da, Jeon Jungkook'ta şu ana kadar şahit ettiği en güzel şey de buydu.
Bülbül dövmesi.
"En sevdiğiniz çiçek hangisi?"
"Yoktur." diyerek geçiştirmek istedi, sanki karşısındaki pes edecekmiş gibi.
"Elleriniz titriyor açelyaları severken."
Güldü, yazar. Elindeki eldivenleri çıkarıp, kırdığı bir dizine kolunu yasladı. Jungkook, az önceki duruşuna nazaran elindeki defteri kenara koymuş, ellerini demirliklere, onun da üzerine çenesini yaskayarak Kim Taehyung'u izlemeye koyulmuştu. Masum duruyordu. Yazar, belki de hınzır tebessümünü görmese, inanabilirdi.
"Sapık olduğunu düşüneceğim." dedi.
Hafifçe kıvrıldı dudakları, kafası eğildi gülmesinden ötürü, "Yanlış anlamakta üstünüze yok," derken, yeniden doğrulmuş, sırtını oturduğu sandalyesine yaslamıştı. "Atölyeden geliş saatlerimi buluyorsunuz hep. Denkleşiyoruz." diyerek açıklık getirmişti.