12

46 7 2
                                    


-Beni neden sevmedin?

Çocukluk. Ne kadar basit ve tanıdık bir kelime değil mi? Kimileri için sadece diğerleri gibi bir kelime iken bazı kimseler için çok derin anlamlar içeren o basit kelime. Çünkü çocukluk öyle bir zamandır ki: hiçbir şeyin farkında olmadığın, hayatın tospembe göründüğü ve hiçbir şeyi kafana takmak zorunda olmadığın masum zamanlardır. Ama kimileri için o çocukluk hiçbir zaman gelmemiştir. Yaşayamamıştır o masum dönemleri ve bir anda büyüyüvermiştir. Hiç yaşamamış o etrafına bakıp ta annesine "bu ne" diye soran kimseler, babasının sırtında merdiven çıkmayanlar vede rastgele bir yerde uyuyup kendi yatağında uyananlar... Pardon. Uyanamayanlar.

İşte bir çok insana o yüzden ağır gelir bu üç hecelik kelime. Bir Yoongi vardı mesela. Hiç babasından iyi bir şey duymamış, annesinin kucağında bir kez uyumamış, evinde huzur bulmamıştı zira. Bir kez başını okşayıpta "bir şeye ihtiyacın var mı?" Dememiş. Daha kendi ihtiyaçlarını karşılayamayan adam neden çocuğunun ihtiyacını sorsun? Daha doğrusu daha evinde sabit oturup evinin başında duramayan adam neden baba olmuş? Çok acı değil mi? İnsanların sırf aptal bir zevk için çocuk getirip birde bakamamaları. Herkes anne, baba olmamalıydı. Zaten sadece çocuğu dünyaya getirerek anne, baba olunmazdı.

Bir tane de Jimin vardı zira. Babasıyla düzgün bir diyalog bile kurmamış, sadece ondan işkence görmüş ve sesini çıkaramamış. Keza annesi de engel olmamış. Göz yummuş herşeye ve kocası ölünce oğlunu öylece ortada bırakmış, hayat kadını olmuş. Hiç sevmedi oğlunu, zira bu zamana kadar görmedi biel doğru düzgün. Sokaklarda büyüdü oğlu. Otobüs duraklarında, rastgele bir kartonun üzerinde veya köprü altında. Hiç gerçek bir evi olmadı Park Jimin'in zira. Şu an yaşadığı yer evdi ama yuva değildi. Tek istediği güzel bir yuvaydı bu ikilinin. Çok mu şey istediler?

Günlerden pazar, saatler 14:45 i gösterirken camdan başını çıkarttı Park Jimin. Sevdiğini göremedi camdan o yüzden etrafa bakmaya başladı. Canı bir yere gitmek istemiyordu ama enerjisi çokça yerindeydi. Bir çocuk gibi oyun oynamak, gülmek istiyordu o gün sebepsizce. Yoongi'yi gorebilse evine çağıracaktı ama Yoongi cama çıkmıyordu. İç geçirip parmaklarını camın pervazına koydu ve biraz daha aşağıya baktı. Hava soğuktu ama birşey yağmıyordu. Kışa gireli birkaç gün olmuştu ama kış soğuğu yoktu açıkçası. Sokağa, geçenlere bakıyordu Park Jimin. Pek tanıdık gelmeyen bir kadın girdi sokağa. Siyah renk dizlerinin altına gelen bir elbise, siyah renk topuklu ayakkabı ve ellerinde siyah deri eldivenler vardı. Açık kahverengi saçlarının büyük çoğunluğu beyaza dönmüş, yaşlı ama bir o kadar da genç gibi görünen bir kadın. Yüzü net görünmüyordu ama Park Jimin onun burada yaşamadığını anladı. Muhtemelen misafirdi.

Tekrar karşı binaya baktı. Hala bakmıyordu sevdiği. Evde olduğuna emindi ama neden bakmıyordu? Normalde hep o camın önündeki koltukta otururdu. Muhtemelen duştaydı. Sonra ayağa kalkıp mutfağa gitti. Aç değildi ama yinede açıp baktı dolaba. Aşırı can sıkıntısı çekiyordu ve uyumak yada dışarıya çıkmak ta istemiyordu. Kitap ta okumak istemiyordu zira ilk defa. Canı kitapların kapağını açmak bile istemiyordu,piyano çalmak istemiyordu. O sadece sohbet edecek birini arıyordu. O kişi de şuan aktif değildi. Jungkook'u çağırabilirdi ama numarasını almayı unutmuştu. Sevdiğinin telefon numarası bile kayıtlı değildi henüz telefonuna. Zira telefonla çok vakit geçiren biri olmadığından, numaraları almayı akıl edememişti.

Dolaptan çıkarttığı kiviyi eline alıp çekmeceden bir bıçak almaya yöneldiğinde kapı çaldı. Sevinçle elindeki kiviyi tezgaha bırakıp kapıya doğru gitti. Yoongi'nin geldiğini düşündü ve o güler yüzüyle, gözlerinde hemen parlamaya başlayan siyah incilerle kapıyı açtı Park Jimin. O inci gibi dişlerini göstererek gülüyor, sevdiğini görmeyi bekliyordu. Bugünden çok ümitliydi. Bugün ulaşacakti sevdigi adama. Kavuşacaktı o dudaklar ve beline kilitlenecekti sevdiğinin kolu. Ama beklediği kişiyi göremeyince anında düşen yüzü ve siyah inciler aniden kömüre dönüp dehşetle bakmaya başlarken kalbi hızlandı, sinirleri patlayacak derecede attı, elleri ve ayakları titremeye başladı ve aynı hızla elleri de düştü tuttuğu kapıdan. Gözleri hiç beklemeden dolarken O sadece karşısındaki kadına bakıyor, ne diyeceğini bilemeden ayakta durmaya, hayatta kalmaya çalışıyordu. Bu pek kolay olmasa bile.
"Anne?"

Autumn | YoonminWhere stories live. Discover now