2.

378 22 2
                                    

Bu şirkette çalışmaya başladığımdan beri çözemediğim birkaç durum bulunuyordu. Ülkede bulunan tüm şirketlerin sahibi Atilla Atalan, buradaki şirketin Ceo'su Buğra Atalan'ın kardeşiydi. Neden şirketleri ortak olarak paylaşmadıklarını bilen insan sayısı oldukça azdı. Bu duruma hakim olan insanlar da bu şirketin 10 yılı aşkın süredir çalışanıydı ve bu bilgiyi bildiklerini söyleseler de, sanki bunu bilmek çok büyük bir mevkii kazandırıyormuşçasına asla ama asla bu bilgiyi kimse ile paylaşmazlardı.

Bir diğeri, Atilla Atalan'ın asla şirkete uğramamasıydı. Elbette ülkedeki tüm büyük şehirlerde şirketi olduğu için buraya bağlı kalamazdı, yine de bu hiç uğramaması gerektiği anlamına gelmiyordu. Çalışanlardan neredeyse hiçbirinin, ben de dahil, magazin haberleri dışında onu hiç görmediği çok aşikardı.

"Buğra Bey'i nasıl ikna edeceksin?" Boran'ın sorusuyla ona döndüm. Durdum, bu sorunun cevabına ben de hakim değildim. "Sanırım edemeyeceğim."

"Eğer bu organizasyon iptal olursa, bu şirketteki gelecek hayallerini unut." dedi. Haklıydı. Ayça izinliyken güvenilen tek departman üyesi olarak Toprak Ekim'in holdingine gönderilmiştim. Buğra Bey'e çok büyük hayal kırıklığı yaşatmak istemiyordum. "Gidip ne söyleyeceğim?" diye sordum. "Bence..." dedi ve birkaç saniye düşündü Boran. Ardından aklından geçirdiği senaryolardan biri sırasıyla döküldü ağzından. "Toprak Bey'in bu teklifini kabul etmezse, bu ortaklığın biteceğini belirttiğini ilet." Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. "Boran, sen delirdin mi?"

"Gayet mantıklı. Araları kızışmasın diye Buğra Bey'in bu söylediğini ona ileteceğini sanmıyorum." Halen fazlasıyla şaşkınken, Boran'ın dediğini söylersem şayet kendi ellerimle istifamı vermiş olacağımı düşündüm. "Bu saçmalık." dedim. "Kesinlikle mantıksız. Buğra Bey bu söylediğimi kesinlikle Toprak Bey'e iletecek." Boran "Başka mantıklı fikrin varsa onu uygula." diyerek kendi fikrini en mantıklı çözüm olarak gördüğünü belirtmiş oldu.

Çalışma masamın üzerindeki telefonun zili tüm odada yankılanmaya başladığında koltuğumda doğruldum ve telefona uzandım. Telefonun siyah ahizesini kaldırıp kulağıma götürdüğümde, Buğra Bey'in tok sesi kulaklarımı doldurdu. "Günaydın Fevziye."

"Günaydın Buğra Bey, buyrun." Bu aramanın tamamen organizasyon ile ilgili olduğundan emindim. "Şimdi odama gelir misin? Dünki randevun hakkında konuşmak istiyorum." Derin bir nefes verdim. "Hemen geliyorum Buğra Bey." Buğra Bey aramayı kapattığında, ahizeyi eski yerine yerleştirdim. Ayaklandığımda "Bol şanslar." dedi Boran. Odanın kapısına doğru yürüdüm ve Boran'a dönüp teşekkür ettim.

Odadan çıktım ve beyaz parıldayan mermerlerin üzerinde, koridorda yürümeye başladım. Gergin adımlarımla asansörlere doğru ilerlerken, kafamdaki bine yakın senaryo bana eşlik ediyordu. İşi aldığım için onu memnun edecek olsam da, Toprak Bey'in bu teklifi onu deliye döndürecekti. Kendi şirketinin verdiği davetin ücretini ortağının ödemesi kadar mahçup edici bir şey varsa, o da Toprak Bey'in bu organizasyonu sadece bu şartla kabul etmiş olmasıydı.

Asansörün tuşuna basıp bulunduğum kata gelmesini beklemeye başladığımda, söylenecek en mantıklı şeyin tamamen dürüstçe olması gerektiği kanaatine vardım. Bir anlık gururumla 'gerekirse kovulurum' havalarına girmiştim ancak emindim ki Buğra Bey'in odasında bu fikrimden vazgeçecektim.

Asansör durduğunda kapı açıldı ve içinde kimsenin bulunmadığı asansöre binip en üst katı tuşladım. Asansörün kapısı kapandığında tekrardan kaldığım yerden düşünmeye devam ettim. İhtimaller içinde Boran'ın fikrini öne sürebilirdim. Bu konuyu bu kadar kısa sürede düşünmek avuç içlerimin terlemesine sebebiyet vermişti. Kısıtlı zaman, konunun yeterince gergin olması ve bunun gibi sebeplerin beni delirteceğini sansam da asansör durduğunda artık delirmek için bile vaktim olmadığı kanaatindeydim.

playing dangerous // henry cavill.Where stories live. Discover now