9-Kukumav

187 17 18
                                    

"Kaç gündür görüşmüyoruz Asya? Okulda yüzün asık, dışarıda buluşmuyoruz, aradığımızda ulaşamıyoruz bile." Sabahtan beri Selin'in yakınmalarını dinliyordum. Aslında haklıydı da ama kendimde durumu telafi edecek gücü bulmak sorundu.

"Tamam Selin, bugünü birlikte geçirelim ama yorgunum haberin olsun. Tempona ayak uyduramazsam söylenmek yok."

"Yaşasın, tamam söz fazla zorlamayacağım seni. Bugün işe gitmen gerekiyor mu?"

"Arayıp izin alabilirim." Selin'in gözlerindeki heyecan ve el çırpmaları beni de gülümsetti. Bu kız fazla sevimliydi.

"Aa bugün günlerden pazartesi, Yusuf'un sohbeti var." Bunu tamamen unutup Selin'e söz vermiştim. Aslında sohbete gitmeyi, geçen hafta anlatılanların devamını dinlemeyi istiyordum. Bunu kızlara belli etmek istemiyordum ama Yusuf'u dinlemek hoşuma gidiyordu.

"Ben de gelirim seninle hem bakalım iddia konusunda başarılı mısın, onu görürüm." Bu sefer gözlerindeki heyecan beni mutlu etmek yerine endişelendirdi. Çünkü bu onun için güzel bir çözüm önerisi olsa da benim için tehlikeli bir durumdu. Sohbette sessiz kalıp bir köşede dinliyordum. Selin'in de benimle gelmesi sessiz kalmama izin vermeyecek olması demekti. Ve onu bu kararından vazgeçiremeyeceğimi biliyorum.

*

"Selin bugünlük gitmesek n'olur ki? Hem sen de sıkılırsın." İkna etme çabalarım devam ediyordu ama bir faydasını göremiyordum.

"Hayır Asya çok merak ediyorum. Oraya gidiyorsun ve ben de geliyorum." Sesinden kararlılık akıyordu resmen. Kolumdan çekiştirmeye başlayınca çaresiz bakışlarımla Nazlı ve Burcu'ya el salladım. Onlar da kısaca el sallayıp sabahtan beri ilgilendikleri şeye geri döndüler. Sahi, neyle uğraşıyordu ki onlar?

Bahçeye çıktığımızda Selin'i çimenlere doğru ilerlettim.
"Nerede toplanıyor bunlar? Erken mi geldik? Yoksa kaçırdık mı?" Bu kız nefes almadan nasıl bu kadar konuşabiliyor? "Sakin ol Selin, birazdan gelirler. Korkma, kaçırmadık." Lafımı bitirmeme gerek kalmadan olduğumuz alana yaklaşan grubu gördüm. "İşte geliyorlar."

"Çok heyecanlıyım. Bak öyle sessizce durmak yok tamam mı? Ben seni biliyorum, kukumav kuşu gibi oturuyorsun orada."

"Hah, bir kuş olmadığım kalmıştı."

"Tabi kızım sana daha uygun lakap mı var? Babaannem öyle sessiz, sakin, konuşmayan, köşesine çekilen insanlara kukumav derdi. Sen de öylesin. Ev kuşu, kukumav kuşu, dut yemiş bülbül. Hangisini istersen seç."

"Sen de muhabbet kuşu sınıfına giriyorsun heralde. En geveze olanından. Bir dur be kızım, başım şişti." Arkadan yükselen öksürük sesiyle dikkatim dağıldı. Döndüğümüzde grubun yerleşmiş bizi bekliyor olduğunu gördüm. Hemen Selin'i de çekiştirip yere oturdum. Duymuşlar mıdır acaba? Kesin rezil olduk, kesin.
Utançla kafamı eğip gözlerimi çimlere diktiğimde Yusuf söze başladı. Dikkatleri kendi üzerine çektiği için ona minnettardım.

"Selamunaleyküm arkadaşlar. Bugün de Allah'ın varlığıyla ilgili konuşacağız. Zaman kaybetmeden başlayalım. Bismillahirrahmanirrahim." Yusuf dua etmeye başlayınca gözlerimi kapattım. O bilmediğim bir dilde konuşuyordu ama anlıyormuşum gibi hissettiriyordu. Kelimeler ferahlatırcasına ılık ılık içimden akıyordu. Dua son bulunca gözlerimi açıp Selin'e baktım. Etraftakileri inceliyordu. Acaba o da benim gibi hissediyor muydu?

"Geçen hafta bir saat üzerinden yola çıkmıştık değil mi? Gelin bu hafta da canlı bi varlığı konuşalım. Sineğe bakalım mesela. Biz ona bir bakıyoruz ama o bize sekiz bin bakıyor. Petek göz diye bir hadise var biliyorsunuz ki. O küçücük canlının gözünde sekiz bin ayrı mercek var. Düşünebiliyor musunuz? Sekiz bin parçayı görüyor ve beyninde belki de bir salisede birleştiriyor. Mehmet sana şimdi sekiz bin parçalık puzzle versem yapabilir misin o kadar kısa sürede? Yapamazsın, yapamayız. Hadi onu da geçelim, bir filde olsa anlayacağız belki ama sinekten bahsediyoruz. Marifet o kadar minik bir alana sekiz bin parçayı yerleştirmek. Bunda bir sanat, yüce bir kudret olmadığını kim iddia edebilir?"

"Asya." Sesli bir şekilde adımı söyleyen Burcu'ya döndüm. Hangi ara buraya geldiğine mi şaşırayım, bu yaptığına mı kızayım bilmez bir halde ona bakakaldım. Ortam bir anda sessizliğe bürünmüştü. Ben de onlara ayak uydurmuş gibi ağzımı açamıyordum. Zorlukla "Hayır, ben öyle bir şey iddia etmiyorum." diyebildim.

"Ama aklında sorular var değil mi Asya? Buraya da onun için gelmedin mi?" Burcu üzerime gelmeye devam ediyordu. Şuan olanlar tamamen saçmalıktı ve geri adım atmıyordu. Bu sefer sınırı aşmıştı. Bana başka bir seçenek bırakmadığı için önüme dönüp aklımı toparlamaya çalıştım.

"İki sohbetinizi dinledim. Gayet mantıklı örnekler veriyorsunuz ama yine de içime sinmeyen yerler var. İspatlamak için bunlar yeterli değil gibi geliyor. Neden bir Tanrı olması gerekiyor? Mesela bunların tamamını yapan doğa olamaz mı?" İnsanlar beni dinliyordu. Kaşlar çatılmış, ters bakışların hepsi üzerime dikilmişti. Şimdiden tepkilerini çekmiştim. İşte bu yüzden artık kimseyle bu konuyu konuşmuyordum. Herkes anlatmak yerine tartışmayı seçiyordu.

"Tamam doğa yapıyor diyelim. Bir ağaca bak. Yürüyebiliyor mu? Görebiliyor mu? Konuşabiliyor mu? Daha bizim yaptıklarımızı yapamayan bir şey nasıl bir insanı yaratabilir ki?" Yusuf'un yüzünde de bir değişim aradım ama gayet sakindi. Bu bana cesaret verince devam ettim. "Peki kendiliğinden olmuş olamaz mı?"

"Tesadüf olması ihtimalini seninle çürütelim. Şimdi bir eczane düşün. İçinde yüz çeşit..." Yusuf konuşuyordu ama benim kulağım etraftakilerin fısıldaşmalarına gidiyordu. Gerçi fısıldaşma demek yanlış olurdu çünkü Yusuf'un da dikkati dağılmış ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Özellikle kızlar bana duyurmaya çalışıyor gibiydi.

"Ateist midir nedir?"
"Buraya sohbet dinlemeye geldik sorduğu sorulara bak."
"Biz ne anlatıyoruz o daha neler diyor? Dinlemiyor galiba."
"Sormuş olmak için soruyor."
"Zaten onun burada ne işi var ki? Herkesle tartışan kız değil mi?"
"Buraya gelme amacı farklı onun. Yusuf için geliyor baksanıza."

Konuşmalar artık dayanılmaz boyuta gelmişti. Son dediklerini duyunca sabrımın son damlasını da tükettim. "Ne diyorsunuz siz? Sessiz sessiz konuşacağınıza yüzüme söylesenize. Kime konuşuyorum ki ben buraya gelende kabahat. Siz de diğerleriyle aynıymışınız." Hırsla yerimden kalkıp çantamı da aldım. Yaşlar göz pınarlarımı zonklatıyordu. Üzüldüğümde ağlamamayı öğrenmiştim ama sinirlenince elimden bir şey gelmiyordu. Yine de okuldan çıkana kadar dayanacaktım.
Arkamdan bağıran Selin'e rağmen durmadım, hızlı hızlı çıkışa yürüdüm. Sesinden koştuğunu anlayabiliyordum, nefes nefese yanıma geldiğinde tahminim doğrulandı. Ağzını açmasına izin vermeden konuştum. "Tek kelime dahi etme Selin. Bırak sakinleşeyim." Kafasını sallayıp benimle yürümeye başladı. Okuldan çıktığımızda nereye gittiğimizi düşünmeden yürümeye başladım. Selin de beni takip ediyordu. Hep iyi bir arkadaş olmuştu zaten. Saflıkları, sesli konuşması, okuldan birini bulmazsa evde kalacağına dair düşünceleri olsa da sahip olduğum en iyi arkadaştı. Yalnız kalmaktan korktuğu için insanların yalnız kalmasına da dayanamıyordu. Tüm terslemelerime rağmen peşimden geliyor oluşunun sebebi buydu. Belki de kendimden uzaklaştırmak yerine yanımda kalmasına izin vermeliydim, içten içe tek başıma olmaktan yorulduğumu biliyordum. Derin bir nefes alıp durdum. Benimle birlikte duran Selin'e dönüp boynuna sarıldım. Onun da bana sarılıp sırtımı sıvazlaması üzerine göz yaşlarımı serbest bıraktım.

Selamunaleykum sevgili okurcuklar :)
Bölüm yayınlamayalı uzun zaman oldu ama üniversite sınavına çalıştığım için kitaba zaman ayıramadım. Birkaç kişi yeni bölüm beklediğini belirtince bunu yazabildim. Çok içime sindiği söylenemez, biraz da kısa oldu ama derslerden dolayı aklımı veremiyorum. Bir sonraki bölüm de sınavdan sonra gelir herhalde.
Sizden duâ istiyorum çünkü gerçekten son 20 gün zorlu bir süreç. Hepinize çok teşekkür ederim şimdiden, Allah'a emanet olun :)

Anlat BanaWhere stories live. Discover now