8.Bölüm - Kaçış

148 8 7
                                    

Ve savaşçıların arkasından bir ses yükseldi...

"Saldırın!"

Savaşçılar bu emirle birlikte başından beri kusursuzca sürdürdükleri uyumlu ilerleyişlerini bozarak mağara girişine doğru koşmaya başladı, hepsi avazları çıkana kadar bağırıyordu. Artık kaderin hükmü inmek üzereydi! İşte o anda peş peşe çıkan sesler, Ayata'nın gözlerinde umut dolu bir hayret uyandırdı...

"Zzzzzt! Zzzzt! Zzzzt!"

"Hey Barlas... Benim gördüğümü sen de görüyor musun?" dedi şaşkın bir tonla.

"Oraya bakıp cesaretini zedelemeye bu kadar hevesli olma seni ahmak!" diye cevap verdi o da. Gözleri kapalı, iç güdülerine güvenerek savaşmayı bekliyordu.

Ayata buna karşılık "Bunun sende bir şeyleri zedeleyeceğini düşünmüyorum." diyince, Barlas dudaklarını bükerek "Ha! Beni dinliyor musun? Korkacak olan sen-"

İstemsiz olarak mağara girişine yönelen bakışları, cümlesini bitirmesine engel oldu.

Ön saftaki savaşçılar mağaranın girişine geldikçe gözle görülmeyen bir şeye dokunup çarpılıyorlardı, sıkışıklıktan önde ne olduğunu fark edemeyen birkaç düzine savaşçı da aynı şekilde çarpılıp bilinçlerini kaybetmişti. Bunun sonucunda durmak zorunda kaldılar.

Ayata "Bir şekilde şimdilik mağaraya giremiyorlar gibi, zaman kaybetmeden buradan kurtulmalıyız!" diyerek soluna baktığında orada kimsenin olmadığını fark etti.

Barlas mağaranın girişine yanaşmış, "Hah hah hah! Siz savaşçı mısınız yoksa kızarmış tavuk mu? Hadi hadi utanmayın cevap verin. Hah hah hah!" diye onlarla alay ediyor, gülerek yerlerde yuvarlanıyordu.

"Gerçekten umutsuz bir herif..." diye düşünüp güldü Ayata, onunla uğraşmadan Alaca'nın yanına gitti. Küçük kız sandığın her köşesini incelemiş ancak onu açmanın yolunu bir türlü bulamamıştı, "Bu uğursuz sandığın anahtar deliği bile yok!" diyerek onu yumrukluyordu. Gerçekten de emsallerinden oldukça farklı bir sandıktı; kapağının üzerinde ağaç kökünü andıran ilginç bir motif, o ağaç kökünden sandığın ortalarına kadar uzanan dokuz ayrı dal işlemesi ve bu dalların ucunda bir yaprağı andıran metalik renkte kilitler vardı. Ayata bu kilitleri kılıcıyla kırmaya çalışsa da bir çizik bile atamadı. Barlas'sa hala daha demin hissettiği korkunun acısını -kendisi kabul etmese de- savaşçılarla dalga geçerek, değişik vücut hareketleri yaparak çıkarıyordu. O sırada Alaca'nın harmanisinin içinden bir kağıt düştü, küçük kız bu kağıdı tamamen unutmuştu, hemen Ayata'ya dönüp "Bunu sen yaralıyken yeleğine sıkıştırılmış halde buldum, aklımdan çıkmış." dedi.

Ayata kağıdı aldı, bir turnuvadan bahsediliyordu ve turnuvanın tarihi iki gün sonraydı, özellikle "eğer öğrenmek istiyorsan" cümlesi dikkatini çekmişti. O günü anımsamaya çalıştı... Sahi! Bir savaşçı Ayata'nın yaralı olduğunu anlamıştı ama kaptanına ölü olduğunu söyleyerek hayatını kurtarmıştı, kesik kesik hafızasına akan anılar içerisinde özellikle bir tanesi Ayata için bu kağıdı çok daha önemli bir hale getirdi! Öğrenmek istediği şey, o acımasız kaptanın üstündeki tamganın hangi korgana ait olduğuydu, kağıtta yazan turnuvayı da büyük ihtimalle yine o korgan düzenleyecekti. "Tiyan Şan Korganı ha..." diye geçirdi içinden. Annesiyle alakalı bir adım daha atabilecekti sonunda, ancak kapana kısıldığı bu mağara önünde büyük bir engel teşkil ediyordu. Yine de fazla zamanı yoktu ve oradan çıkmak zorundaydı, intikamını almadan ölemezdi, ant içmişti... Ne pahasına olursa olsun o korgana katılıp Umay'ın arkasındaki sırrı öğrenmeliydi! Tam o sırada bütün mağarada Barlas'ın acı dolu haykırışı duyuldu, Ayata bunu duyar duymaz düşünmeden tüm gücüyle ona doğru koştu. Barlas'sa acıyla nefes değişimi yapıyor, sol koluna saplanan altın oka öfkeyle bakıyordu... Mağaraya giremeyen savaşçılar çareyi uzaktan saldırmakta bulmuştu!

Ayata: Dokuz UlusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin