12

46 2 5
                                    

                             ON İKİNCİ BÖLÜM

(Ezgi dilinden)
Bizi ayakta tutan şeyler zaaflarımız mıdır? Aile herkes için zaaf sayılır mıydı? Zaaf sayılan aile kalmayınca insanı ayakta ne tutardı? Ailesiz bir insan ayakta kalabilir miydi? Ailesi hiçbir zaman olmamış bir insan nasıl ayakta kalmayı öğrenirdi?

O geceden bir önceki gece, nasıl bilebilirdim ki son olduğunu? Anneme son kez olduğunu bilmeden saçlarımı ördürtmüştüm. Sıkıca ör, sabaha kıvır kıvır olsunlar, demiştim. Yumuşak ellerini saçlarımda son kez geçirmişti.

Kardeşimle son kez şakalaşmıştık. Son kez onun benden daha az akıllı olduğunu savunmuştum. Ve yine son kez olduğunu bilmeden.

Aslında geriye bakınca tek pişmanlığım babamı daha erken öldürmediğimdi. Kim bilir, belki şimdi annem, kardeşimle beraber yaşıyor olurduk. Ama bir şeyi öğrenmişsem, o da yaşadıklarımdan pişman olup vaktimi harcamaktı. Babamı öldürmüştüm, evet. Bunun için bir kez olsun içim sızlamamıştı. Herkes için en sağlıklısıydı. Onun varlığı devam ettikçe insanların huzurları daha da kaçacaktı. Onu seven sayılı insanlar, daha da pisleşecekti belki de.

Sıra Mehmet Karahan'daydı. Hayır, onu öldürmeyecektim. Ona babamın öldüğü ve bunu hak ettiği gerçeğini ezberletecektim. Onun da ölmesi gerektiğini düşündürecektim.

Bu bir sondu, pişmanlıklarım için ve bu bir başlangıçtı, Mehmet'in gazabı için.

Elimdeki aile fotoğrafının ucundan tutup çakmağa dayadım. Resim cayır cayır yandıkça içim daha da rahatladı.

Eski benle uğraşmak eğlenceli olurdu, basitti. Ama değişen şey sadece zaman değildi. Karakterlerimiz, gücümüz ve hassasiyetimizdi.

Üç ceseti kendi başına yok etmiş bir katile göre fazla zayıftı karşıdaki.

Rahatlıkla bahçedeki sandalyeye çöktüm. Masadaki kadehi alıp şaraptan bir yudum aldım. Çalan telefonumu açıp hoparlöre aldım.

"Sakın bize Mehmet Karahan'ın çocukları diye bellediği köpekleri çaldığınızı söylemeyin!" Hiddetli çıkışın sahibi Avukat Semih'ten başkası değildi.

Dudağımın kenarı kıvrılırken karşımda çitlere bağlı duran köpeklere baktım.

"Vah vah, öyle mi olmuş?" Dedim yalandan bir acıma duygusuyla.

"Ezgi Hanım..." tabii ki benim çaldığımı biliyordu. "Lütfen yapmayın, zaten yeterince stresli bir dava var önümüzde. Böyle şeylerle zorlamanın manası yok."

"Evimi yakmakla tehdit ediyor beni, Semih. Yakacaksa yaksın, köpekleriyle yanarız." Sesimde bir umursamazlık aradığının farkındaydım ama yoktu. Kısasa kısastı.

"Böyle bir şey yapamayacağını çok iyi biliyorsunuz. Kendini de yakmış olur." Dediğinde dudağımın kenarı kıvrıldı. Mehmet'in hiç uğruna yapacaklarından haberi yoktu tabii.

Ben cevap vermezken "Lütfen, köpek konusu şimdilik sorun değil ama fazlası olmasın. İyiliğiniz için." Dedi.

"Düşünürüz. Başka bir şey var mı?"

"Şimdilik yok, duruşmaya kadar en azından." Dediğinde "Peki." Diyerek kapatmıştım.

Günler geçiyordu. Dava yüzünden şirkete gitmeye vakit bulamamıştım. Aklım o kadar doluydu ki; Mehmet'in saçma saçma oyunları, davanın detayları, yalanlar, Derin'in yurtdışına dönmesi, Bora'yı görememek...

PERESTİŞ (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin