17

129 19 18
                                    

Güzel pazarlar güzel okurlar,

Acayip bir bölümle geldim. Okuduklarınızı ne kadar hatırlıyorsunuz büyük bir test :) Bilmecelerle kafaları karıştırmaya devam ediyorum. Ama müthiş sürprizli son yazdım size ki sonraki bölüme kadar kıpır kıpır bekleyin :)))

Hadi keyifli okumalar,

E.Ç.

***

You got hell to pay, but you already sold your soul

***

Gözlerimi kırpmadan avucumun içindeki yanığı izliyordum

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Gözlerimi kırpmadan avucumun içindeki yanığı izliyordum. Sağlıklı pembe derinin ortasındaki kırış buruş, kızarık iz tüm öfkemi içinde tutan bir kafes gibiydi. Bu ize yol açan merceği elime almamın üzerinden iki günden fazla geçmişti. Herhangi bir yanık olsa zihnim çoktan yarayı iyileştirirdi, ama beni işaretleyen bir büyücüydü. Aptallığımı yüzüme çarpan bir ayna gibi onu taşımak ve hatırlamak zorundaydım. O alçakların River'a zarar vermesinin nedeni bendim. Yedileri yok olmanın eşiğine sürükleyen benim seçimimdi. Ve şimdi, elim kolum bağlı beklemekten başka yapabileceğim hiçbir şey yoktu.

Beni azarlayıp köşemde beklememi söylemesinin ardından bir daha annemle konuşmamıştık. Türlü farklı yolla, defalarca ona ulaşmaya çalışmıştım elbette. Köşkte değildi. Telefonuna cevap vermiyordu. Ulaşabildiğim tüm Yediler bana bilgi vermemek konusunda tembihlenmişti. Sadece River değil, ben de araştırma merkezine hapistim bir nevi. Giriş çıkışımı engelleyen parmaklıklar olmasa da etrafım her adımımı takip eden gözlerle çevriliydi. Jayla o gözlerden biri değildi, çünkü seviyesi dört ve üzeri olan, Londra çevresindeki tüm Yediler göreve çağırılmıştı. Bunu bilmek ve o ekibin bir parçası olamamak beni daha da delirtiyordu. Ne bulmuşlardı? Neyin peşindelerdi? Onlara yardım edebilecekken ben burada ne yapıyordum?

Avuçlarımı hiddetle çatının korkuluklarına çarptım. Gücüm azıcık kontrolden çıkınca ellerim altındaki beton çatırdamış, bir parçası ayaklarımın dibine düşüp parçalanmıştı. Eserime bakarak bir küfür savurdum. Aferin Zeyd! Bazen River'a ne kadar yakın olduğumu ve bunun sonuçlarını unutuyordum. Benimle merkeze gelmeyi kabul etmiş olması da o günden beri aynı binada kalıyor olmamız da hala gerçek dışı geliyordu, ama River sahiden de buradaydı. Onu bir süre öncesine kadar benim yaşadığım odaya yerleştirmiştik. İstesem bu koca binada bana da bir yer ayarlarlardı ya istememiştim. Zaten duş almak, üstümü değiştirmek gibi temel ihtiyaçlar için kendi evime gidiyordum. Yatak da bir problem değildi, çünkü bu aralar uyku pek sık ziyaretime gelmiyordu.

Saat yine sabahın dördünü geçmişti. Yine cin gibiydim. Düşünceleri sustursam River'ın varlığının bedenimde yarattığı volkanları dizginleyemiyordum. Tenimin altından durmak bilmeyen bir nehir akıyordu. Bu enerji... Bu his... Bu güç... Hepsi çok fazlaydı. Diğer hayatlarımın hiçbirinden alışık olmadığım kadar fazla... Hem bana delice bir haz veriyor hem de ödümü koparıyordu. Derin bir nefes aldım ve soğuk geceyle içimdeki yangını söndürmeye çalıştım. İşe yaramamıştı elbette. Zihnimle etrafıma görünmez bir kalkan inşa etmeyi denedim bu kez. Kalkanım iki, belki üç saniye yerinde kalabilmiş, arkamdan gelen sesle bir balon gibi patlamıştı.

SEKİZWhere stories live. Discover now