Tre - İp Cambazı

152 22 6
                                    

"Baba!"

Nefesim yoğun çıkan ve her yeri saran dumanlar yüzünden tıkanıp beni boğarken yanmakta olan gözlerimle etrafımda dönerek çevreye bakıyordum. Her yerde çığlık, can havliyle kaçan insanlar vardı.

"Baba!"

Hiçbir şey yapamadığını fark ettiğim aciz bedenim, farklı yönlere koşuşturmakta olan insan kümesi tarafından ordan oraya sürüklenirken gözümü felaketi çağıran manzaradan alamıyordum bile. Uyuşmuş gibiydim.

Elimden tüm değerlilerim alınmış, ortada öylece bırakılmıştım.

İrkilerek gözlerimi açtığım sırada, tüm bedenim baştan aşağı zangır zangır sarsılmıştı kabusun etkisiyle. Geçirdiğim sarsıntıyı büyük hissetsem de aslında dışarıya yansımayacak kadar yok gibiydi.

Ardı arkası kesilmeyen kabusları bedenim artık kabulleniyor olsa da zihnim bir türlü gerçeklik algısını kabullenemiyordu.

Yüzüstü yattığım çift kişilik yatağımda pozisyonumu bozmadan donuk bakışlarımı etrafta gezdirdim bir süre. Aralık perdelerden sızan gün ışığı, hüzmeler hâlinde parke zemine düşerek yer yer aydınlatıyorken odanın karanlığına mâni olamıyordu. Ne kadar güneş giriyor da olsa bu oda benim için boğucuydu. Dar geliyordu yalnızlık.

Etrafta gezinen gözlerim sonunda karşıdaki gömme dolabın ayna kapaklarına gittiği vakit bir şey yapamadan kaldım o şekilde. Yorgunluğu asla dinmeyen gözlerim, esmer tenime ince ince düşen zülüfler arkasına saklanıyordu. Göz kapaklarımı tembelce açıp kapattığım her an, kirpiklerim de sürterek beraberinde sürüklüyordu saç tutamlarımı. Çıplak, dövmeli üst bedenimin çok az bir kısmı ışıkla aydınlanırken üzerime örttüğüm saten, kalçamın sadece iki parmak üstüne kadar olan kısmı örtüyordu. Sağ kolum yataktan aşağı sarktığından ötürü uyuşmaya başlamıştı ancak ben buna çözüm bulmaktan ıraktım.

Göz kapaklarım tekrar ağırlaşmaya başlarken odanın sessizliğini bölen ise kulağımda yankılanan kalp seslerim ve yastık nedeniyle ortaya toplanan aralık dudaklarımdan düzensiz çıkan nefes sesleri olmuştu. Birkaç saniye içerisinde yeni bir ses daha eklenmişti.

Kirpiklerim titreyerek tekrar açılırken çalan telefon nedeniyle bir süre kapalı kapıda göz gezdirdim. Israrcı çalmalar devam edince istemeye istemeye yataktan doğrulmuş ve üzerimde sadece boxer olan bedenime sabahlık geçirmiştim. Saten siyah sabahlık, pürüzsüz tenime değdiği anda soğukluğu ile beni ürpertirken kapıyı açıp dışarı çıktım. Koridorda çıplak ayaklarımın attığı adım sesleri, zamanla yakınlaştığıma dair daha gür çıkan zil sesi arasına karışırken merdivenlere yeni ulaşmıştım. Son bir merdivenden daha indiğim sırada sabahlığa gevşek bir düğüm attım. Düğüm, gevşek olduğundan ötürü göğsümün bir kısmını açıkta bırakırken mutfak tezgahından kaptığım telefonu isme ufak bir göz gezdirmeden sonra açmıştım. Ahizeyi kulağıma yerleştirir yerleştirmez bıkkın ve uykulu bir sesle, "umarım iyi haberlerin vardır, Park Jimin" demiştim.

Karşıdan yankılanan ufak adım sesleri kısa sürmüş, Jimin'in kendinden emin sesiyle "haberler iyi zaten, Bay Kim" demesiyle istemsiz durduğum yerde dikleşmiştim. Fransız tasarım mutfaktaki tezgaha kalçamı yaslayarak çevreye göz gezdirirken devam etmesini bekledim.

"Kaçan davetsiz misafirden bir şeyler düşmüş ancak deponun merdiven arasına sıkışan bu şey çok ince olduğundan uzun süre fark edemedik. Bugün tesadüfen bulduğumuz şey ise ucunda taşı olan ince zincir bir kolye. Size gönderdim. Dilerseniz bakabilirsiniz," dediği anda gürültülü nefesimi vererek tezgahtan doğruldum ve telefonu hoparlöre alarak tezgahın köşesine yasladıktan sonra daha iyi inceleyebilmek adına salondan aldığım tableti tezgaha kurup gönderilen fotoda göz gezdirdim. Opal taşı olan ince zincir bir kolyeydi. Karşılaştığım bedenin erkek olduğuna emindim. Daha çok kadınların tercihi olan bu çeşit bir kolyeyi neden taktığını ansızın sorgulamıştım içimde. Çıkmazda hissettirmişti.

Burnumdan aldığım nefesi uzunca bırakırken tabletten uzaklaştım ve "tamam, başka kanıt var mı diye biraz daha inceleyin. Gün sonunda ise bulduğunuz her şeyi ayrıntılı inceleme için Hwasa'ya gönderin" demiştim. Ayılabilmek için kahve yapma kararı alarak yeni çekilmiş gibi kokan kahve çekirdeklerinden yetecek kadar alıp makineye yerleştirdim. "Seulgi daha iyi bir seçenek olabilirdi ancak davetsiz misafir olayından babam haberdar olmamalı. Hwasa zaten büyük aileye her şeyini vererek hizmet etmektense taşkın oğul Kim Taehyung'a illegal yollardan yardım etmeyi tercih eder. Maaşının çeyreği bile olmayan rüşvetler tatlı geliyor ona."

"Anlaşıldı, Bay Kim. Bu arada," diyerek ansızın farklı konuya geçiş yapacağını hissettirmesinden ötürü damla damla sıkılan kahveden gözlerimi çekip ekranı kapalı telefona dönmüştüm sanki Jimin'i görebilecekmiş gibi.

"Deponun yakınında olan sağlam bir kamera da bulduk. Baya eski olduğundan dolayı fazla net görüntüler çıkaramadık ancak bir tanesi net sayılır. İşinize yarayabilir diye düşündüğümden size gönderdim."

Jimin'in sözü bittiği anda kolye fotoğrafının açık olduğu tablet ekranında başka bir fotoğraf açılmıştı. Tezgahın bir ucundan diğer ucuna yürüyerek tabletteki fotoğrafta göz gezdirdim. Siyah-beyaz olan ve parazitlenmeler yüzünden nerdeyse ayırt edilmeyen görüntüyü yer yer büyütüp küçülterek incelemeye koyuldum. Jimin bu sessizliğimi doğru anlamış olacak ki beni bölmeden sessizce telefonun diğer tarafında beklemeye başladı. Ben ise kanlı canlı bağ kuruyormuş gibi kameraya dönen gözlerine bakıyordum uzun uzun. Kapşonlu şapkası ve ağzına geçirdiği peçe sayesinde açıkta kalan gözleri, kamerayı fark etmiş gibi omuz hizasında arkasına dönerek bakmıştı. Baştan aşağı simsiyahtı. Kamera görüntüleri netleştirilse de elime geçecek fazla bir şey olmayacağı kesindi. Depoda attığı o çığlık ve, bir ihtimal, düşürdüğü kolye dışında hatasız sıyrılmayı başarmıştı.

Belki bir gazeteciydi belki burnunu her şeye sokmayı seven koca burunlu veledin tekiydi bunu bilmiyordum ancak karşımda tecrübeli birisi duruyordu. Dikkatli, çokça meraklı ve bu tip kovalamaca işlerine aşina birisi.

Ancak cinayete alışkın değildi. Korkuyla büyüyen o gözlerini asla aklımdan silemiyordum.

"Fark ettirmeden arayın," dedim sonunda sessizliği bölerken. "Bulun onu bana."

"Merak etmeyin Bay Kim. İstediğiniz şekilde fakülte işini hallettim. Siz fakültede yardımcı akademisyenliğinizi yaparken burası bizde olacak. Gelişmelerden sizi haberdar ederim."

"Güzel," derken tezgahtan çekilip dolaptan aldığım kupayı makinenin altına koydum ve dolması için bekledim bir süre. Yardımcı kısmı hoşuma gitmese de şu anlık işimi görürdü. Davetsiz misafiri bulmak için uğraşırken diğer işleri aksatmam iyi sonuçlanmayacaktı.

Jimin, akademik takvimle birlikte başka birkaç bilgiden daha söz edip yazılı şekilde bana e-posta attığını söyledikten sonra kapatmıştı telefonu. Bense aklımı kurcalayan çocuktan kopamıyordum bir türlü. Sol elimde tuttuğum kupadan kahvemi yavaş yavaş yudumlarken sağ elimle de görüntüyü sadece ona bakabileceğim şekilde büyütmem, bunu kanıtlar nitelikteydi. Kameraya bakan gözleri sanki beni de görüyor gibi bir hissiyat sunuyordu bana. Farklı birisiydi.

"Kimsin sen?" Diyerek düşünceli şekilde mırıldandım fotoğraftan gözlerimi ayırmadan. Dün silahı çektiğim anda kurtuluşunun olmaması gerekiyordu. Öylece donakalacağını düşünmüştüm. Belki bir ihtimal aşağı atlar diye düşündüğüm bile olmuştu.

Ancak o, silah çeken ve katil olan birisinin üzerine doğru koşmayı seçmişti. Atik ve esnek şekilde üzerime koşarken estirdiği rüzgar bile beni çevreleyip üşütmüştü. Deli miydi yoksa cesur muydu bunun ayırdına varmak zordu. İki tanım arasındaki o ince ipin üzerinde cambazlık yapıyordu.

O esnekliğe rağmen ağır olması sorunsalı vardı bir de. Hâlâ başım ağrıyordu düştüğümden dolayı. O kadar çok sinirlenmiştim ki her şey üst üste geldiğinden ötürü, nişan alma kabiliyetimi bile kaybetmiştim. Deponun çeşitli yerlerinden sekerek tozu dumana katan mermilerden sıyrılıp kaçan beden, benim için tam bir baş ağrısıydı.

Görüntüleri ne zaman basına vereceğini kestiremiyordum sıradan birisi olmadığından. İşler sarpa sarmadan önce onu bulmak zorundaydım.


🩵

Denouement | TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin