125- Soyadımın Dökülüşü

1K 84 6
                                    

Labirentin tam ortasında bedenim bırakıldı. Gözlerim gideceğim yolu kestirmeye çalışırken ayaklarım hiçbir tarafa yönelmemekte ısrarcıydı. Beynim uyuyordu. Kulaklarım istemediği sesleri duymaktan bıkmıştı. Ruhum ise bedenimden ayrılmamak için çırpınıp duruyordu. Kaçsam da kaçmasam da benim için çoğu şey istediğim gibi ilerlemiyordu. Kötü kadından bana sunulan üç seçenek... Üçü de birbirinin kopyası gibiydi. Üçü de birbirinden beter ölüme bağlanıyordu ve üçünde de ölecek olan bir şekilde ben olacaktım. Bundan iki yıl öncesine kadar hayatımda tanıdığım en korkunç insanın Vehmi olduğunu sanmıştım. Halbuki Vehmi, tanıdığım ilk kötüydü. Ondan sonra gelenlerin yanında Vehmi sade kalıyordu. Kimisi iyileşir kimisi kötüleşirdi. Ben yine aynıydım. Ne hissettiğini bilmeyen, dış dünyaya tamamen kapalı olan o saf kadınlığa devam ediyordum. Tüm bunların başlamasına sebep olan ben değildim lakin tüm bunların sonunu getirecek olan kişi bendim. Bedir'i kurtarabilirdim. Bebeğimizi kurtarabilirdim. Bir tek kendimden emin değildim.

Ben ne olacaktım? Şu saatten sonra o üç seçenekten hangisine savrulacaktım? Bedir ve çocuğumuzun iyi olması için en uygunu üçüncü seçenekti. Benim kopyalardan biriyle evlenmem... Bu kadar şeyi yaşayacak ne yaptım? Daha yirmi iki yaşındaydım.

Hava almak için akşamın dondurucu soğukluğuna kendimi atsam da ciğerlerimdeki büyük ateş içine havayı alamıyordu. Yirmi yılımı geçirdiğim o küçük evimde hissettim kendimi. Ne tarafa dönsem kendi benliğimi bulamıyordum. Ben hep kaybolmuştum.

''Şehnaz.'' Adımı bir fısıltının içinde duydum. ''Buradayım.'' Fısıltının geldiği yöne döndüm. Koca ağacın arkasındaki kopyalardan birini görmemle gözlerimi kırpıştırdım. ''Ben Mert,'' demesiyle ona doğru yürüdüm. Onun olduğunu anlamalıydım ama kafam kazan gibiydi. Yanına gittiğimde hararetime bir de onun harareti eklendi. ''Şehnaz, ortalık batacak gibi. Buradan ne zaman kaçacağız?'' Kaçmak... Ona kaçmanın hem iyi hem kötü olduğunu söylemek isterdim ama o, ağzımdan süslü cümlelerin dökülmesini değil, canını ne zaman kurtaracağımın merakının derdindeydi. Haklıydı, kendinden başka neyi düşünebilirdi? ''Ümmühan'ın bugünkü hali bana hiç sarmadı Şehnaz. Sürekli yarın büyük gün deyip duruyor. Kesin hepimizi öldürecek.''

İkinci seçenek... Tüm oğullarımı öldür.

''Neden öldürsün? Hepinizi oğlunun yerine koyuyor. Sizi değil bir tek bizi öldürmeyi planlayabilir,'' dedim.

''Sizi öldürünce bizi ne yapsın? Bütün derdi sensin. Sen silinip gittiğinde bizi hâlâ hayatta tutmaya devam edeceğini mi düşünüyorsun?'' Sırıtarak ellerini ovuşturdu. ''O havalandırmadan kaçsam kaçarım ama peşime düşeceğini biliyorum. Adeta tüm kopyalar olarak mimlendik. Sayımız belli, gün içerisinde neler yaptığımız belli. Her şeyi aklında tutuyor. Beyninin yarısı senken diğer yarısı oğluna benzettiği bizleriz. O yüzden hepimiz senin yardımına muhtacız. Bir şeyler yap.''

Söylediği her şey de vücudum gevşedi. Neredeyse yere kıvrılıp karanlık gökyüzünün üzerime düşmesini bekleyecektim. ''Birinci seçeneği seçersem bebeğim benden alınacak,'' dedim dalgın gözlerle. Bana anlamayan gözlerle baktı. Geri kalan seçenekleri içimden geçirdim. İkinci seçenekte tüm kopyaların ölümünden sorumlu olacaktım. Üçüncü seçenekte kopyalardan biriyle evlenecektim ve Ümmühan'ın kızı olup Sinan'a benzeyen tüm adamlarla yeni bir ailem olacaktı. Sinanlar üçüncü seçeneğimle de kurtulamayacaktı. İkinciyle de... Birinciyle de... Ümmühan onların kurtuluşu için bana hiçbir tercih hakkı sunmadı. Benim kurtuluşum için de sunmadı. Burukça gülümsedim.

''Ne seçeneği?'' Etrafına bakındı. ''Ağabeyim buralarda bir yerde olabilir. Ben çok ortada dolanmayayım. Seni yine bulurum,'' deyip hızlı adımlarla yanımdan uzaklaştı. Ağacın altında tek başıma kalakaldım.

MİNİKŞE (Kitap Oluyor)Where stories live. Discover now