Hain

137 102 0
                                    

Bol bol Melis'in anlatımıyla dolu bir bölüm, kafanızı kurcalayan şeyleri çoğunu bu bölümde öğreneceksiniz ve hatta şaşkınlıktan ağzınız açık kalacak...

iyi okumalar dilerim

Araba durduğunda göz ucuyla Boraya bakıp kapıyı açmaya yeltendiğimde dışarıdaki korumalar kapıma atlamış hızla açmışlardı, şaşkınlığımı gizlemeyerek sağımda ve solumda bulunan korumalara baktığımda bir kaçının siması benzer gelmişti gözüme.

Tabi ya!

Aptal kafam!

Ben Ezgi'ydim değil mi? Nasıl korumasız hareket edecektim? Arka kapıdan çıktığım halde peşimden gelmişlerdi, ya Ahmet haber vermişti ya da her yerde korumalarım olduğu için belirli sayıda olan korumalar peşimden sürüklenmişlerdi. Bana göre hava hoş ama bu kadar korumayla gezmeye alışık değildi bedenim.

Daldığım düşüncelerden hızla kurtulup bacaklarımı düzelterek arabadan indiğimde mekandaki çocuğu öldürdüğüm sıra göz teması kurup iletişime geçtiğim korumamın da burada olduğunu görmüştüm. Bu adamın sağdık lığına karşı gram şüphe beslemiyordum nedense, gözeri bana güven vermek istercesine gözlerime kenetlenmiş bir şekilde ellerini önünde birleştirmiş dim dik duruyordu. Kumral tenine yakışır derecede güzel olan mavi gözleri bir anlığına içimi ürpertse de adımlarımı ona yönelttim.

Bora önünde durduğumuz otele ilerlerken benimde peşinden geldiğimi zannettiği içi düm düz ilerliyordu, kafasını sağa çevirip kontrol ettiğinde beni göremediği için kısa bir an afallasa da kendini toparlayıp beni beklemeye başlamıştı. Gözlerimle onu onayladığımda kendimi acayip havalı hissetmiştim.

ismini soracaktım ama yakın korumalarımdan biriydi ve ona ismini sorarsam çok göze batacağını biliyordum, "ah fazla içkiyi kaçırdım sanırım... ismin?" elimle alnımı sıvazladığımda başımın ağrısını belirtmek istemiştim.

"luca efendim" dedi İngilizce, ne yani Türk değil miydi? Aksanı tam bir İngiliz aksanıydı. Ne kadar iyi İngilizce bil veya konuş asla onlar gibi iyi bir aksan yapamazdı insan oğlu ve bu karşımdaki sarı çocuk tam bir İngiliz'di ama nedense yüzü hala tanıdık geliyordu.

"sen..." dedim İngilizce karşılık vererek. Bir yerden tanıyorduk, kesinlikle görmüştüm ama çıkaramıyordum, gözlerini pes edercesine yumdu.

Buldum!

"David!" -deyvid- dedim hafif yüksek sesle. İstifini bozmadan başıyla beni onayladığında hem sinirlenmiş hem de şaşırmıştım. "ulan pezevenk benim neden haberim yok böyle şeylerden!" gözleri uyarıyla etrafta dolaşmış sonra tekrardan benimkilerle temas kurmuştu. "sahip ekipleri ayarlıyor biliyorsun değil mi kurabiye?" bu sefer de ben uyarıyla ona bakıyordum. İsmimin Rabia olması kurabiye 'rabiye' ile eşleştirmişlerdi ben ekibe katıldığımdan beri ve bu benim fazlasıyla sinirime dokunuyor ama bir yandan da eğlendiriyordu.

"o kurabiyeyi alı-" sözümü yarıda kesen şey Boranın "ezgi!" diyerek kükremesiydi, yüzümü buruşturarak Boraya döndüğümde ne hakla bana bağırdığını sorgulamıştım şu üç saniye içerisinde. Ama beklesindi o, on bilemedin yirmi dakika içinde 'lütfen yapma' diyerek yalvaran taraf ben olmayacaktım, o olacaktı.

"hadi git, dönüşte anlatırım" Davit hala benim korumammış gibi davrıyordu, oda ekiptendi ama birbirimizi ayda bir görüyorduk. Ekip çok genişti her yerde de eli ayağı bulunuyordu bunu yeni fark etmemiştim ama şuan ki operasyonda benim adıma bir sürü pürüzler çıkmıştı. Pürüzlerden nefret ettiğimi öncelikle Melis ve ardından da Sahip çok iyi biliyordu. Sahip'e bu zamana kadar asla kızmamış hatta onu sorgulamamıştım bile, onu sorgulayanın ekip'te yeri yoktu olmamalıydı, ama Melis'e neden bu kakar şeyden geri kaldığım için kızabilirdim. ilk geldiğim günden beri bana koca binada ilk o bana ablalık, dostluk yapmıştı ve en yakınım olmuştu. Her şeyimi biliyorken bu görevde sinirleneceğimi bile bile böyle eksiklikler nasıl yapmıştı akıl erdiremiyordum.

10 DA 5Where stories live. Discover now