kapat kapıyı sızmasın içeriye elem

179 32 35
                                    

kader izin vermez aydınlık sabahlara, eğer kalemi kederden ise.

yaralayıcı bir ifadenin ardındaki gölgelik ulaşıyor kalbime. sinsince bir hançer saplıyor ve sanki dilimi de bağlıyor. yara açılıyor, hançer daha çok yaralayabilirmiş gibi dönüyor yaranın içinde. içimi oyuyor. öyle lüzumsuzca, çetrefilli bir yol keşfetmiş gibi giriyor içime içime. kan kaybediyorum esasında. lakin dilenemiyorum yardım, ne tanrıdan ne azizlerden ne de şeytanlardan.

öyle bir yaratılışın kurbanı olmuşum ki dilimdeki yardım haykırışı bir tiyatro misali izleniyor, ya da gerçekten kimse bana yardım edemeyecek kadar uzak ve donuk.

bir kabusa uyanmış gibiyim yine.
oldukça karanlık bir gökyüzünün altında ruhuma dokunan sızının yatışmasını bekliyorum sözde. fakat hiç geçmeyecekmiş gibi daha da sızlıyor ve boğazımın kuruduğunu hissediyorum. gözlerim doluyor ve eş zamanlı olarak düğümlenen boğazım bana nefes dahi aldırmıyor.

yarım metrelik mesafedeki adamın gözlerine bakıyorum. diline gelen onca sözü çiğnemek için dudaklarını birbirine bastırıyor ve bakışlarını kaçırıyor benden.

sante, gözlerime bakamıyor.

çağrılarıma cevap vermeyişi bir süredir beni meraklandırıyor olsa bile sonunun kötüye vardığını kabul etmek istememiştim. lakin hayatım azılı bir katil tarafından ele geçirilmiş gibi paramparça ediliyor.

yalın ayak olduğumu umursamadan yavaşça yürüyorum üzerine doğru. sanki benden kaçabilecekmiş gibi birkaç adım geriye atıyor ve adımı fısıldıyor. duyuyorum, çok ağrılı söylüyor adımı.

"felix..."

kopuk bir inilti geçiyor dudaklarından ve gözleri doluyor yavaştan. birkaç kez yutkunuyor ve tam yanına ulaştığımda tutunacak bir yer arıyor gibi ellerini yanlarında gezdiriyor. boynu bükülüyor ve omuzlarınu düşürüp seslice bir nefes veriyor.

"söyle. söyle ne oldu!?" sanki bir umut bekliyormuş gibi gözlerine bakarak yalvarıyordum. iyi bir şey söylesin ve bu keder benim ilizyonum olsun diye umuyordum.

ummak bir yerde işe yaramıyordu artık. eğer kaleminizin kömürü de kedere batırıldıysa.

"çok üzgünüm. çok üzgünüm felix, sana gelmek istemedim." deyip ellerimi tuttuğunda merakla bakmıştım sulanan ve birkaç damla göz yaşı akıtan gözlerine.

"neden?" boğuk bir şekilde çıkmıştı sesim, sanki bir çukura yuvarlanmışta son anda duyurmuş gibiydim sesimi. uzaklaştıkça acizleşiyordu. acizleşiyordum.

"babaannen..."dedi bir anda, gerisini getirmedi. getirmedi ama ben anladım. suskunluğu ifade ettiği harabeden sözlerini. toparlamak istemiyor gibiydi bu yüzden konuşamadı ve sıkıca sarıldı bana.

öyle sıkı sarıldı ki, biraz daha tutmasa düşecektim ayaklarının önüne. kaybettim hepten bu hayatı, yenilgisi tutkuyla sarmaladı beni. ruhum öylesine üşüdü ve öylesine alev aldı ki yapacak hiçbir şeyim yokmuş gibi hüngür hüngür ağladım kollarının arasında.

kaçıncı kezdi onun kollarının arasında feryat edişim. göğsünü yaralayıp yaralayıp durdum. ne kadar kirlendiysem kanla, en az onu da kirlettim kanla.

elinin birini enseme koyup kafamı boyun girintisine yasladığında içinden ağlıyordu, duyuyordum ama. kalbi çok hızlı çarpıyordu, süratle koşmuş gibi.

gözyaşlarım göğüsünü ıslatıyordu. en hüzünlü ıslaklıktı bedenine değen. sante'yi hep böylelikle kirletmiştim ben. kederimi üzerine değdire değdire solmuştu, şiirler döküştürdüğüm bedeni.

"sayamadığım kadar çok mağlubiyet..."diye fısıldamaya başladım sönük sesimle.
"bu dünya yer vermedi bana karanlık günler haricinde. sanki daha çok dibe çekebilirmiş gibi abandı yakama. çekti, çekti, çekti..." her söylenişimde göğüsünü yumrukluyor ve dişlerimi sıkıyordum. "ve son anda öyle hızlı kavradı ki boğazımı yendi beni. bir mezarın yedinci katına indirip kesti nefesimi."

öyle çok ağladım ki, artık açamıyordum gözlerimi. sesim kısılmıştı ve ben bir şeyler söylemeye devam ettikçe daha da hırpalıyordum kendimi. sanki son ağıdımmış gibi çıkardım bütün hıncımı kendimden.

kavuştuğum düzeni görmedim hiç, güzel günlerin yalanına değinmedim daha fazla. kabullendim çoktan bu yenilişi. aslında hiç doğmamam gerekirmiş gibi, yıldım kendimden ve yaşantımdan. bir günahkar olarakta sürükledim sante'yi. kederimin harikası yaptım onu gözlerimde.

şimdi sabaha karşı yere uzanmış tavanı seyrediyordum. bedenime ilişen soğuk titretiyordu beni lakin sesimi çıkartmıyordum. ben her yenilişimde uzanırdım yere ve seyrederdim boşluğu. hatırlardım yaşamımı, sonra bir ip arardım darağacının dalına. zihnimde çok kez asıp kesmiştim kendimi. çok kez itmiş düşürmüştüm bedenimi. gerçeğini yapmaya gücüm dahi yoktu, sadece biri beni ölüme taşısın diye kölesi olacak kadar düşmüştüm.

gün doğarken sante'ye söylediğim sözler dönüyordu şimdi zihnimde.

yalvarmıştım ölmek için. sanki bana bu fırsatı sunabilecekmiş gibi gözlerine bakarak arzulamıştım azrail'i. donuk seyretmişti beni, çünkü o da bu dünyada kıymetsiz olduğunu düşünüyor gibiydi. sevgilileri ölüme aşık olmuştu hep. kalplerinde kendisine yer vermemişti.

beni umursamadan mırıldanmıştı.

"öğlen töreni olacak. fakat baban onu görmeni istemiyor."

bir süredir nadir aralıklarla yakardı sigarasını. izmariti tutuşturdu ve kavuşturdu dudaklarıyla. yanımda oturuyordu. onun sırtı duvara yaslıydı, omuzları düşük ve bacakları kendisinden kopuk gibi ayrı ayrı uzanmıştı. bir bacağı dizinden hafif eğimliydi, bakışlarını ileriye dikip öylece soludu zehiri. içine çektikçe gevşiyor gibiydi bakışları.

sertçe yutkunup şakağıma doğru uzanan yaşı hissetmiş ve elimin tersiyle silip doğrulmak için hareketlenmiştim olduğum yerde. biraz daha yanına sokulup parmaklarının arasındaki sigarayı almış ve birkaç kez çekmiştim. ses etmemiş ve sadece izlemişti beni.

sırtımı onun gibi duvara yasladığımda kafamı da omuzuna yatırmış ve kapatmıştım gözlerimi.

"sante..."

tepki vermemişti.

"şimdi ne yapacağım?"

"şimdi ne yapacağım?"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

hiç nezih değil, hiç.

ağırlayın azrail'i ✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin