Kahlo'nun Sütunu(2)

1.7K 146 186
                                    




Derler ki zamanın birinde, uzak Fars ilinde bir ozan yaşarmış. İsmi Ferîdüddîn-i Attarmış. Sûfî tekkesinde çorbaya kaşık sallayan meclislerinde aşk şarabıyla ihya olan bu Farsî ozan, gün gelmiş Gazalî'ye nazire edip bir şiir söylemiş. Bir dil tutturmuş ki şiirinde bu dil, kuşların diliymiş. Erenler, Mantıku't-Tayr diye ünlermiş.

Her yiğidin bir yoğurt yiyişi, her ozanın kendi nefsince bir deyişi varsa eğer kulak verelim vefa köyünün ozanı, bu masalı nasıl söyler? Belki o da Ali Şîr Nevaî gibi Attâr'a nazire eyler.

Yeri, ummanı ve asumanı yaratan alemlerin rabbine hamdolsun ki kâinatı süsten yoksun bırakmadı. Onu sanatla, edebiyatla, şiirle bezedi. Topraktan var ettiği binlercesi gibi üstüne bir de mavi muhabbet kuşu kondurdu. Mavi kuş her fani gibi gelir geçer, konar göçer idi. Geldiği yeri, uçtuğu göğü iyi bilirdi de nereye konacağını bir türlü tahlil edemezdi. Biçare kanatlarıyla bir sağa bir sola savrulur, sıcakta kavrulur, soğuk içini dondururdu. Toprağından sökülüp yabancı saksıya hapsedilmiş bir fidan gibi kendi iklimini bulamamıştı mavi kuş. Bu sebeple göklerde avare gibi döner durur da kanatları boşa yorulurdu. Çırptığı kanat bin arşınsa da gittiği anca bir dirhemdi.

Her kuşun bir maşuku vardı kuşların aleminde. Dudu kuşunun arzuladığı ab-ı hayat, tavus kuşunun istediği cennet, kazın amacı su, kekliğin aradığı mücevher, hümanın nefsi kibir ve gururdu. Doğan mevki ve iktidar sevdasında, üveyk deniz ihtirasında idi. Puhu kuşu viranelerde define, kuyruksalan ise kuyudaki Yusuf'u arardı. Mavi kuş neyi arayacak, hangi menzile varacaktı? Fakat içlerinde bir kuş vardı ki mavi kuş en çok ona imrenirdi. Bülbülü hepsinden ayrı tutar ve en çok onu severdi. Bülbülün gözünü, gagasını, kuyruğunu, kanadını Yüce Rab hep özenerek yaratmıştı. Hem konuşu hem kalkışı seyrine doyulmaz bir cümbüştü. Öyle ki tüm kuşları kendine baktırırdı. Güle aşkıysa dillere destan, dağlara ferman, dertlere dermandı. Bir şarkısı vardı ki bülbülün, ötüşüne başladı mı tüm kuşlar hazır ola dururdu.

Mavi kuş, bülbülün eline doğmuş sayılırdı. Kabuğunu kırıp dünyaya gözlerini açtığı altın kafeste bülbül de vardı. Zarif kanatlarını genişçe iki yana açıp mavi kuşu onların altına almıştı. En çok da bu yüzden severdi bülbülü mavi kuş. Bu yüzdendi güle olan sevda saydığı hırsı. Güle düşürürsem gönlümü bülbül olurum sandı, aldandı. Dikene düştü, göğsü yaralandı. Bir dikene, bir güle, bir bülbüle baktı ve ağladı. Gönül dediğin bir karahindiba gibi narindi. Zora koşmaya gelmezdi. Mavi kuş sağalsın diye üfürdükçe yarası dağıldı. Naçar cüssesi derde kardı. Kanadını açamaz, göklere uçamaz oldu.

Şimali, cenubu gayba karışmıştı mavi kuşun. Sonunda aradığı mürşidi menkıbelerde duydu. Öyle bir menkıbeydi ki bu, tüm kuşların dilindeydi. Her birinin muradı kuşların şahı Simurg'a ermek, dünya gözüyle onu görmekti. O padişah ki onun yüce makamına erişenler sonsuz izzet ve şerefi bulur. Lakin her dil, ulu adını ve şanını anamaz. Her fani huzuruna çıkamaz. Öyle bilge ve yüksek ilim sahibidir ki her derdin dermanı onun dergâhında bulunur. Kimileri der ki tahtı Kaf Dağı'nın ardındadır. Kimileri der ki o daim ve mutlaktır. Fakat mekânı muğlaktır. Yareni Hz. Süleyman'dır. Onunla beraber tüm cihanı gezip dolaşır.

Mavi kuş, bu söylenceleri ezber ederek büyüdü, serpildi. Gönlünü diğerlerinin haiz olmadığı bir sır mesken belledi. Bilirdi ki Simurg'un kapısına yalnızca yüz sürmek onun mertebesine yükselmeye yetmezdi. Zira mavi kuş o dergâhın evladıydı. Bülbülden sonra o da kabuğunu kırdığında kendini bulduğu ilk yer Hüthüt Kuşu'nun kanatlarının altıydı. Yuvaları Muhteşem Simurg'un sarayıydı. Simurg'un kanadından düşen bir tüy, sanatının sırlarına mazhar olmaya yetseydi şayet kanatlarının gölgesini ev bilmiş mavi kuş, o sanatın ustası olurdu elbet.

Aşk Nereden Nereye? -ALNAZ-Where stories live. Discover now