Karanlık

415 21 4
                                    

Sessizliği dinliyorum... Kapatıldığım eşyasız simsiyah odada sessizliği dinliyorum... Bana düşman kesilen sessizlik... Renkleri özlüyorum... Karanlığı yarıp çıkmak isteyen ruhumu serbest bırakmak istiyorum...
Amma isteklerim boştu... Yararsız, önemsiz, değersiz... Ben sadece özgürlüğü, mutluluğu, hayatı elinden alınan bir kızdım... Amcası tarafından elinden alınan bir kız.

Amca... Yakışmadı bu sıfat o şeytana... Hani derler ya ona bunu demek için bin şahit ister diye. Değil bin şahit kainatın sonsuzluğu kadar insan dizilse karşıma ben ona *Amca* demezdim.

Adı Ahmet. Sırf babamı kıskandığı için ona düşman kesilen. Ailesine ihanet edip dolandıran... Annemi babamı elimden alıp kendine muhtaç bırakan... Ahmet...
Mutluluğu, sevgiyi, gülmeyi bana haram kılıp, beni kendi zulmüne zindan eden Ahmet. Geleceğimi çalıp hayallerimi yakıp kül eden şeytan...

Hayallerim... Tek kelime ile ifade etmek istersem. Resimdi hayallerim... Çizmek... Kalemi özgürce bembeyaz sayfada dans ettirmek... Beyaz sayfaya yaşadıklarımı anlatmak... Daha doğrusu bana bunları yaşatanı çizip kalemime eziyet etmek temiz, bomboş, çiziksiz sayfamı kirletmek...

Simsiyah odada sadece ben yoktum... Hiçbir zaman yanımdan ayırmadığım defterim ve kurşun kalemim de bana eşlik ediyordu... Ha birde odadaki minnicik pencereden içeri süzülen ışık...
Bu gün şanslıydım... Hiç değilse bedenimin gördüğü işkencelerin ardından ışığı göre bilmiştim... Saatlerdir dayandığım duvarın soğukluğundan kendimi kurtarıp ışığa yaklaştım...
Sızan minik ışık yüzümü güldürdü... Küçücük pencereye iyice yaklaştım... Dışarıya bakmaya çalıştım fakat çabalarım boşunaydı. Cam fazla küçüktü... Ama içeri ışık alıyordu. Bu bile yeterdi... Pencerenin yanına oturdum. Defterimi özenle kucağıma koyup sayfalarını çevirdim. Temiz bir sayfa bulduğumda yine kalemime eziyet etmek geldi içimden...

Bütün nefretimi bu sayfaya kusmak... Amma sayfalar yetersizdi nefretimi boca etmeye... İstemedim de zaten... Bu defteri sadece onunla doldurmak istemedim... Buraya günün birinde mutluluğumu çizecektim... Umudumun bana bıraktığı çiçekleri burada yeşertecektim... Solan çiçeklerimi...

İçime dolan kin beni kalemime yönlendirdi... Kalemi beyaz sayfaya getirip kirlettim... Hayatıma ve bana kıyıldığı gibi bende bu sayfaya kıydım.
Altına imzamı attım... Çizdiğim resme göz gezdirdim. Evet o tam olarak böyle biriydi gözümde... Bir şeytandan farksız...

Açılan kapı ile resimden bakışlarımı aldım... Bir anda odaya dolan ışık gözlerimi çıkartmaya yemin etmişti sanki...

Ahmet: Ne o? Gün ışığı gözlerini mi acıtıyor artık? Ki öyle ise bu beni mutlu eder.

Duyduğum iğrenç sesi ve ardından gelen alaycı kahkahası kulaklarımı tırmalaycak cinstendi... Bu hayatta duymak istediğim en son ses bile değildi. Peki neden gelmişti? Normalde adamlarını yollar bana yemek ve su gönderirdi...

İnsafından değil... Ölmemem için. Ölmem onun için kolaydı... Fazla kolay... Fakat o bunu yapmıyordu... Çünkü işkence çektirmek hoşuna gidiyordu. Canımın yanması hoşuna gidiyor ve onu mutlu ediyordu.

Ahmet: Cevap vermediğine göre böyle çok mutlusun. Normalde çıkartmazdım amma sana kıyamadım canım yeğenim.
Naz: Ben senin yeğenin değilim!.

Konuşamadığım için kaybolan sesimi bulup yüksek bir şekilde çıkartmaya çalıştım. Lakin kuruyan boğazım buna pek izin vermedi.

Ahmet: Sesini indir! Dilin fazla uzamış kesmesini bilirim. Amma dua et bu gün iyi günümdeyim. Bu odadan çıkıyorsun.

Bir dakika ne? Ne diyordu bu adam? Beni yıllardır hapis ettiği odadan *iyi günümdeyim* bahanesine sığınarak mı çıkartacaktı? Beni bu odadan sadece bedenime, ruhuma zarar vereceği zaman çıkartıyordu ve sanırım buda onlardan biriydi...

Ahmet: Ah canım yeğenim bana öyle bakma lütfen. Tabii ki canını yakacağım bir daha bu odaya gelmeyeceksin merak etme.

Ne demeye çalışıyordu bu adam? Ben dediklerini idrak edemeden yaklaşıp kolumu kavradı. İğrendiğim teni tenime değince bıçak olup kesti ruhumu.

Naz: Bırak kolumu!
Ahmet: O SESİNİ KES! Anlaşıldı sen canına susamışsın!.

Karşısında dik durmaya çalışsamda fazlasıyla yükselttiği sesi kalbime korku kıvılcımını çoktan bırakmıştı. Ben hala ondan kurtulmaya çalışırken bakışları elimde sıkıp sakladığım defterime kaydı... Defteri anında elimden alıp bir kenara fırlattı.

Ahmet: Yine saçma sapan şeyler çiziyorsun değil mi?! Bu sefer cezan fazlasıyla ağır olacak küçük hanım!

Defterim... İçinde yeşerttiğim umutlarımı yırttı acımadan... Bu seferde hayallerimin katili oldu...
Beni çekiştirerek zifiri karanlık odadan çıkardı... Çıplak ayaklarım buz gibi zeminle buluştuğunda vücudum titredi... Soğuktan nefret ederdim. Ayaklarımın çıplak olmasından nefret ederdim...
Çekiştirerek soktuğu banyoda gözlerim ağzına kadar dolu küvete ilişti. Bu sefer ne yapacaktı? Bana çektirmediği acı kalmamıştı ki...

Ahmet: Sürpriz. Bak senin için güzel bir hediye hazırladım. Hava çok sıcak değil mi ya? Biraz serinlemeni istedim beğenmedin mi?

Dediklerini anladığımda gözlerim korkuyla büyüdü. İşkencelerine alışmıştım... Amma... Hiç bir zaman bu kadar ağırını yapmadı bedenime... Daha çok psikolojik zarar veriyordu... Saçımdan bir anda kavradığında kendimi sıktım. Karşısında aciz kalamazdım...

Ahmet: Hadi seni serinletelim.

Afitap Where stories live. Discover now