48. BÖLÜM

674 50 6
                                    

    Saniyeler, dakikalar, saatler...  çok mu çabuk geçti, yoksa hiç geçmedi mi?

  ayrımsayamadığım, gerilmekten ruhen perişan olduğum, yabancısı olduğum bir şehirden yine yabancısı olduğum bir araç ve şöför ile artık yabancı sayılacağım memleketime döndüğüm zaman dilimi...

Nasıl anlatılır ki bu içimdeki savaş. Bir yanım " neden?" Diye sorgularken, diğer yanım " vefa borcu" dedi. Bir yanım " görmek istemediğin herkesi göreceksin" derken, diğer yanım "artık geçti, dert değil" dedi. Bir yanım "hazır değilsin kaldıramazsın" derken, diğer yarım " güçlüsün, dayanırsın" dedi....

Kaç kez geri dönmeye niyetlendiğimi ve kaç kez vazgeçtiğimi sayamadan gelmiş bulundum kısacık ömrümün en sancılı zamanlarını geçirdiğim şehire.

Şehir merkezine yaklaşırken inmek istediğim yer sorulunca ancak sonlandı kendimle kavgam. Nerede ineceğimi de hiç düşünmemiştim üstelik... asıl düşünmem gerekenleri düşünmeye sıra gelmemişti onca saat.  Hastaneye gitmeliydim ama öyle pat diye yalnız başıma nasıl gidecektim ben?

Bedenimi  yeni bir stres dalgası sarmaladığı anda gayriihtiyari başımı yana çevirdim. Yaşadığımız bir tartışma sonrasında "güya" onu terkettiğimde uzunca bir süre oturduğum bank ilişti gözüme. Hâlâ aynı şekilde aynı yerinde duruyordu. Hemen ineceğimi söyleyip,  taksimetrede yazan miktarı ödedikten sonra indiğim gibi hızla adımlayıp, tıpkı o soğuk sonbahar akşamındaki gibi dizlerimi karnıma bastırıp, kollarımla dizlerimi sımsıkı  sarıp oturdum o eski ahşap banka.

Sonra o soğuk gece geldi aklıma. Sokak ortasında ona onu terk ettiğimi söylemiş metrelerce yol yürüyüp gelip tam da burada oturmuşum. Yine yapayalnızdım, yine gidecek hiç bir yerim yoktu. O gece herşeye rağmen içimde ufak bir umudum vardı. "Ben onu bıraksam da, o beni bırakmaz. Beni bulur, gelir alır." Diyordu iç sesim nitekim öyle de olmuş, gelip beni almıştı... Almıştı almasına ama sonrasında  işler daha da boka sarmıştı... o zaman da düşünmeden hareket ettiğimi burada anlamıştım. Çünkü o an gerçekten hiç çıkar yolum yoktu, hiç kimsem yoktu. Şimdi ruhen yine kayıp olmama rağmen her türlü imkanım vardı çok şükür. Param vardı cebimde en nihayetinde ve paranın gücü gözardı edilemeyecek bir gerçekti.

Aradan geçen onca zamandan sonra bazı şeylerin değiştiğini sanıyordum kendimde, yanılmıştım...

Evet bir çok şeyim değişmiş olabilirdi fakat halen ne yazık ki düşünmeden hareket ediyorum...

Onca yaşanmışlıktan sonra resmen kaçarak gittiğim şehire bir telefonla hiç tereddütsüz hiç düşünmeden bir anda çıkıp gelmek de neyin nesiydi şimdi? Neyse ki en azından Hayrettin amca vardı, O hastanede eşlik ederdi bana...

Sonra ne yapacağıma da  yine sonra karar vermek üzere, eskileri daha fazla kafamda deşelemeden gelme amacıma odaklanmalı işimi bitirip derhal yola çıkmalıydım. Çünkü havası bile iyi gelmemişti bana bu şehrin... yola çıkarken gayet kararlı ve yüzleşmeye hazırken, sadece eskiden oturduğum bankı görmek bile fazlaca etkilemişti beni.

Vakit öğle sonrasını bulmuştu. Hayrettin amca'yı aramak için çantamdan telefonumu alıp ayaklandım. Bir kaç adım atmadan elimde çalmaya başlayan telefonum, aslında çok da yalnız olmadığımı hatırlattı bana. Arayan Emre'ydi. Telefonunun farkında olmadan biten şarjına övgüler  dizerken, buraya geldiğimi öğrenir öğrenmez hemen yola çıktığını da araya sıkıştırmayı unutmadı. Dile getirmemiştim ama çok sevinmiştim bunu duyduğuma. Gelmesine gerek olmadığını söyleyen hatta geri dönmesi için çok ısrarcı olan dilime tezatla, içim bir an evvel yanımda olsun istiyordu. Farkında olmadan çok alışmıştım varlığına. Çok da alışkın olmadığım bir duyguyla hem de... 

SIĞINTIWhere stories live. Discover now