0.6

552 71 62
                                    

Açık pembe örgülerimi ellerimle düzeltip elimde tuttuğum kurabiye poşetini son kez kontrol ettim. Zili aniden gelen cesaretle çalıp beklemeye başladım. Acaba onu rahatsız ediyor muydum? Gerginlikle ellerimle oynamaya başladığımda kapı açıldı yavaşça.

"Merhaba Jeon!" Poşeti tuttuğum elimi hafifçe havaya kaldırarak konuştum. "Çok lezzetli oldular." Kapıyı içeri girmem için açtığında gülümseyip ayakkabılarımı çıkardım. Tanrım keşke çilekli çorap giymeseydim. Çiçeğe alerjisi olduğunu bildiğimden saygısızlık gibi olur muydu acaba?

Son anda üstümü değiştirip gelmiştim. Üzerimde pembe bir bluz altımda ise tenis eteği vardı. Saçlarımı da iki yandan örmüştüm. Beyaz kurdelelerle bağlamıştım. Çok uğraşmış gibi durmama kıyasla Jeon'un üstünde beyaz bir t-shirt ve altında siyah bir eşofman vardı. Buradan bakınca gerçekten çimene basmayan hayatsız bir oyuncu gibi duruyordu. Fakat bu bir sorun teşkil etmezdi?

Jeon kapıyı kapattığında etrafa bakınarak salonu arıyordum. "Biliyor musun bu kurabiyeleri tam üçüncü denememde mükemmel yapabildim. Aslında diğerleri de güzel olmuştu fakat takıntım var biraz bu konularda." Sonunda diğerlerinden biraz daha büyük olan odaya girdiğimde o da peşimden geldi.

Evi ne büyük ne de küçüktü. Tam yaşanılabilecek ideal ortam oluşturulmuş gibiydi. Acaba hiç kız atıyor muydu? Düşündüğüm şeyin saçma olduğuna karar verdiğimde Jungkook elimdeki poşete uzandı. "Alayım istersen." Hafif tebessüm edip eline uzattım. Ellerimiz poşeti verirken temas etmişti ve birden tüm vücuduma elektrik verilmiş gibi hissetmem dışında bir sorun yoktu.

"Kahve içer misin?" L koltuğa oturduğumda yanıma gelen kediyi sevmeye başladım. Çok uysal duruyordu. Bu yeni kedimin annesi olmalıydı. "Kahve bana dokunuyor birazcık, süt var mı?" Beni onaylayıp mutfağa gittiğinde ben de fırsattan istifade etrafı incelemeye başladım.

Daha önce buraya sarhoşken gelmiştim ve aklımda kalan tek şey koltuklardı. Kapının girişinde bir kütüphane ve içinde bolca kitap ile manga vardı. L koltuğun karşısında ise bir televizyon. Yanında da birkaç figür vardı. Oldukça sade döşenmiş bir salondu. Acaba neden tek yaşıyordu? Bunu da bir ara sormalıydım bence.

Ben kediyi sevmeye devam ederken o salona elinde bir tepsiyle girdi. Koltuğun hemen önündeki küçük sehpaya onu koyduğunda ne getirdiğine baktım. Bir kurabiye tabağı, simsiyah olduğundan sert olduğunu anlayabileceğimiz bir kahve ve paketi açılmamış çilekli süt. İstemsizce tebessüm ettiğimde o da oturmuştu.

"Evinde neden çilekli süt tutuyorsun?" Sanki yakalanmış gibi bir ifadeye büründüğünde kaşları yukarıdaydı. Ne diyeceğini düşünüyordu muhtemelen. "Kardeşimindi." Yine mi bu bahane diye düşünmeden edemedim. "Sakın bana gizliden çilekli süt içtiğini söyleme Jeon?"  Hızlıca kafasını sağa sola salladığında bu hallerine gülmemek elde değildi. Neyse ki çok abartmadan kendimi tutabilmiştim. Elime aldığım çilekli sütün pipetini takarken o da kahvesinden bir yudum almıştı.

"Ailen nerede yaşıyor? Eğer çok özel bir soruysa kusura bakma, yalnızca merakıma yenik düştüm de." Eline aldığı kurabiyeden bir ısırık almadan önce konuştu. "Busan'dalar, ben rahat oyun oynayabilmek için kendi evime taşındım." Dediği şeyle şaşkınlığımı gizleyemezken devam etti. "Çok ses oluyor genelde, rahatsız oluyorum o yüzden."

"Ben de çok konuşuyorum ya, benden de
rahatsız oluyor musun peki?" Çilekli sütten bir yudum aldığımda sehpaya geri koydum. "Hayır, olmuyorum." Niye çok konuştuğumu inkar etmemişti ki?

'Hayır sen çok konuşmuyorsun!' demesi lazımdı. Sanırım gerçekten çok konuşuyordum. Kendime çeki düzen vermeli miydim ki? Konuyu değiştirmeye karar verdim.

Kimi Ni Todoke •RosékookWhere stories live. Discover now