1-Ölüm

226 22 4
                                    


Yaşamak neydi, biz fani insanlar için yaşamak ne anlama geliyordu. İnsanların bizi sığdırdığı kalıba göre yaşamak mı deniyor? Bu mu yaşam denen aşağılık şey?

Birimiz o kalıpların sınırlarını aştığında sınırı aşmayan, aşmak istemeyen, her şey kolayına gelen insanlar tarafından yargılanıyoruz. Neden yargılanıyoruz? Neden kötü sözlere, hakaretlere, hareketlere maruz kalıyoruz ki? Neden?

Hayatın ne anlama geldiğini bilmiyorum. Öğrenmekte istemiyorum, yaşamak istemeyen birisine hayatın ne kadar önemli olduğunu oturup saatlerce anlatsanız dahi bir şey anlamaz.

Benim ruhumu öldürdüler. Ruh öldürmekte bir toplumsal cinayettir.

Bunu bana tek kişi yapmadı, onlarca kişi, belki yüzlerce kişi. Hepsi benim katilim, eğer canıma kast edip ölücek olursam, bu bir intihar vakası değildir, olamaz da. Bu benim ruhumu öldüren katillerin cinayet vakasıdır. Ben intihar kurbanı değilim, eğer beni bu duruma kadar getiren ne kadar insan varsa hepsi ama hepsi birer katildir.

Çatının kenarında otururken etrafı seyretmek gibisi yok şu hayatta, sadece bu anlar bana huzur verir. Lakin çatıdan indiğim anda kendi kurduğum hayali dünyadan ayrılıp gerçek dünyaya dönüyorum. Çatıda teker teker unuttuğum yüklerim tekrar omuzlarım da ağırlık yapıyorlar. Yıllar geçtikçe ise bu yük kaldırılması güç bir ağırlığa dönüşüyor.

Ben bir toplumsal cinayet kurbanıyım. Ben Jung Hoseok. Benim ilk olarak hayallerimi, hedeflerimi, mutluluğumu, umudumu öldürdüler, sonra ise beni, ruhumu öldürdüler.

Herkes omuzlarında küçükte olsa bir yük taşır, bazen nefes alamaz, kalpleri sıkışır. Bu yük okulda gördüğünüz akran zorbalığı olabilir, istismar travması olabilir, ailenizden birisini kaybetmiş olabilirsiniz ya da ekonomik sıkıntılar çekiyor olabilirsiniz. Hepimiz insanız, kimse kimseden farklı değildir.

26 yaşında olmama rağmen şu yaşıma kadar çok şey öğrendim. Bana öğreticek kimse yoktu etrafımda, vardı ama bana göre yoklardı. Küçücük bir çocuğun ruhunu öldürmek ne kadar acı vericidir biliyor musunuz? Ne kadar büyük bir suçtur.

Adalet mahkemelerinde 1. dereceden cinayetten yargılanan bir insanla neden bir çocuğun ruhunu öldüren insan eşit tutulmuyor. İkisi de cinayettir, farklı olsalar bile cinayettir. İnsanlar neden adalet karşısında eşit olarak yargılanmıyorlar ki?

Buraya kadar ne anlattığımı sorguluyor olabilirsiniz. Bunu öğreniceksiniz, lakin her şeyi kelimesi kelimesine okuduğunuz da anlamış olacaksınız.

Sizin suçunuz değildi. Yaşadığınız olaylar, travmalar, belki uğradığınız zorbalıklar. Bunlar sizin suçunuz değildi. Sizin suçunuz da olmadı hiç bir zaman. Bizim suçumuz değildi, bize yaşatılanlar. Bize yaşatan insanların suçudur bu sadece.

Bazen nefes almak zor gelir, yere oturursunuz saatlerce karşınızda olan duvarı izlersiniz. Kaybolmak, var olmamayı yeğlersiniz defalarca. Belki denersiniz dünyadan kopmak için yaparsınız her şeyi.

Fakat bizler neden bizim suçumuz olmayan bir şey için acı çekiyoruz? Bizim suçumuz değilse, o suçluluk duygusu neden yumru gibi boğazımıza takılıp kalıyor ki? Bizi öldüren insanlar rahatlarına bakıp, gülerken, biz neden sefalet içerisinde yaşamayı tercih ediyoruz?

Kolay geldiği için mi? Yükleriniz çok ağır olduğu için mi? Ne doğru, ne de yanlış. Bu bir kaçmak için seçenek. Önümüz de binlerce seçenek varken kolay geldiği için kaçıyoruz. Peki ardımızda da kalan insanlara ne olacak? Bizim yüklerimizle onların yükü daha çok artacak. O zaman herkes yükü ağır diye gebertsin kendilerini. Dünya üzerinde insan kalır mı sizce? Sanmam kalmaz.

Eğer şu hayatta gerçekten reenkarnasyon varsa bir sonra ki hayatımda nasıl olacağımı hep merak etmişimdir. Belki hayatım daha iyi olurdu şimdi ki zamana göre. Bunu bilemem, kimse bilemez.

Yaşamdan sonra ki öteki dünyada da kimse ne olduğunu bilmiyor. Bilen kişiler ise orada kalanlardır, sonumuzdan sonra ki hayatımız belli değilken biz neden kendi canımıza kast ediyoruz.

Çünkü Tanrı insanı yaratırken sadece iyi insanları yaratmamıştı. Kötü insanlarda araya karışmış ve Dünya'nın dört bir yanına dağılmışlardı.

Tanrı; öfkenin ocağında yanan ateşi, cahilliğin çöllerinde esen kavurucu rüzgârı, bencilliğin kıyılarındaki keskin kumları ve asırların altında ezilen hoyrat toprağı aldı ve hepsini bir araya getirerek insanı yarattı. Ona öyle bir kör kuvvet bahşetti ki, onu hem hiddetlendiren hem de çılgına döndüren, yalnız arzuları doyuma ulaştığında yok olacak bir kuvvet. İçine, ölümün hayaleti olan bir yaşam bıraktı.

Sessiz çığlıklarımı birisi duyar mı diye yıllarca bekledim, kimse duymadı, duymak istemediler, kulaklarını kapattılar, konuştular, susmadılar. Yani kimse benim sessiz çığlıklarımı duymamıştı.

İntihar neydi? İntihar sadece kendinizi öldürme anlamına mı geliyordu? Ya da bir yardım çağrısı mıydı? Bir yardım çağrısıydı. Kimse bizi duymadığı için dikkat çekerek yardım almaya çalışıyoruz. Ya da gerçekten bu boktan hayata dayanamadığımız için bu duruma kadar geliyoruz.

Ben Jung Hoseok. Şuan da cesaret edemesem bile kendimi öldürmeyi düşünen kişiyim. Belki ilerleyen saatlerde, belki ilerleyen günlerde yalnızlığım içerisinde ölüp gitmiş olacağım. En azından planım şuan öyleydi.

Kulağımda çalan müzik, gözlerimin önünde ki binlerce kilometre olan okyanus ve şuan üstünde oturduğum kaya. Üstüme yukarıdaki güneşin sıcağı vuruyor fakat ne yakıyor ne de üşütüyordu,  en sevdiğim hava, etrafta çok insan var. Eğer şuan buradan atlayacak olursam birileri daha atlardı.

Bekledim saatlerce, gece bastırdığında ortalıklarda kimse yoktu. Ben, okyanus ve Ay vardı. Ay ışığı o kadar güzel vuruyordu ki okyanusa saatlerce izlediğimi fark etmemiştim.

Yine olduğu gibi hiç bir eylemle bulunmadan oradan ayrıldım, boş gözlerle yürümeye devam ederken tek arkadaşım olan kulağımda ki müzik çalmaya devam ediyordu. Yürüdüm evimin yolunu binlerce kez yürümemiş gibi bir kere daha yürüdüm.

Ben ölmek istemiyordum, hayat zorluyordu. Ben ölmek istemiyordum, sadece birisinin yardımına ihtiyacım vardı, sarılmaya, saatlerce ağlamaya ihtiyacım vardı fakat unutmuşum;

Ben yalnız doğan ve yalnız ölecek bir adamım.

..

born to die - yoonseokWhere stories live. Discover now