chapter 4 // what's this weird feeling?

64 12 17
                                    

o telefonunu çantasına geri koyarken arada bana bakıyor, ne düşündüğümü anlamaya çalışıyordu. büyükçe bir yutkunduktan sonra kafamda söyleyeceğim şeyleri toparladım. ''riki.'' dedim kafamı ona çevirirken. o ise çoktan bana bakıyordu, devam etmemi söyleyen gözlerle. ''biz. biz birbirimizden uzak durmalıyız.'' dedim gözlerimi kaçırırken. o ise bir salise bile ayırmıyordu koyu kahverengi gözlerini benden. yavaşça yüzü düşerken ben ise ellerimle yüzümü kapattım. ''neden?'' dedi sessizce. ama öyle bir söyledi ki, hayatımda bu kadar pişman olduğumu hatırlamıyorum. nasıl bu kadar çabuk bağlanmıştım, gerçekten aklım almıyordu.

''yoksa zarar görürsün. o çocuk ruh hastası riki.'' dedim ellerim hala yüzümdeyken. bileğimden tuttu ve yüzümdeki elimi çekti, sonra da gözlerimiz buluştu. derin bir nefes alıp yutkunduktan sonra konuştu. ''sunoo, hayatımda kimse bana senin davrandığın gibi davranmadı. asla böyle bir arkadaşım olmadı. biliyorum sadece iki gündür tanıyorum seni, ama garip bir şekilde sana çok bağlandım. o piç de umrumda değil, tamam mı?'' dedi bir anda. sanırım ilk kez bu kadar fazla konuşmuştu. ah, takıldığım yere bakın. konuşması bitince istemsizce gülümsedim. o da gülümsedi, siyaha benzeyen koyu kahverengi gözlerini benim ela gözlerime dikmişken. söylediği şeyden sonra üzerine bir şey diyemedim, kabul ettim. ama ona bir şey olursa asla kendimi affetmeyecektim. kaldırımdan kalkıp yürümeye başladık. bir yandan gülüyor bir yandan da yüzümüzü okşayan rüzgarla üşüyorduk. 

riki's pov

yavaşlamasıyla geldiğimizi anlamıştım. gitmeden önce numarasını istemeye karar vermiştim, sonuçta o kadar şey söyledikten sonra numarasını istemekten utansam çok garip olurdu. o tamamen durunca ben de durdum. o bana döndü, ben de ona. sunoo'dan önce davranıp ''bunu tam olarak nasıl istemeliyim bilmiyorum da, numaran vardır herhalde?'' dedim hafifçe gülümserken. o da güldü, benim hayatım aydınlandı. gözlerim kamaştı. güneş misali gülüşüne mi baksam, kısılan ela gözlerine mi bilememiştim. ''tabiki var.'' dedi ve telefonumu almak için elini uzattı. hemen çantamdan çıkarıp ona verdim. numarasını girip aradı kendisi de kaydetmek için. sonra da hafif bir gülümsemeyle bana uzattı. telefonu aldım ve ''sunoo'' diye kaydettim. ne kadar düzdüm ben ya. sonra telefonu çantama attım ve ''görüşürüz o zaman?'' dedim kafamı hafif eğerek. ''görüşürüz.'' dedi o da. arkamı döndüm ve yürümeye başladım. 

ama anlayamadığım bir his durmamı ve onun yanına gitmemi söylüyordu. adeta zorluyordu beni. adımlarımı yavaşlatıp arkamı döndüm. döndüğüm anda o küçük ela gözlerle karşılaşmam bir oldu. gülümsedim, gülümsedi. ''nedense gidemiyorum!'' dedim bağırarak. o da ''ben de nedense gidemiyorum!'' dedi bağırarak, ardından da güldü. ''senin yanına gelmek isterdim fakat annemler gitmeme izin vermiyor. biraz takıntılılar da.'' dedi sesini biraz azaltarak. ''anladım, hiç sorun yok. yarın görüşürüz.'' dedim kısaca ve el salladım. o da elini salladı ve kapıdan içeri girdi. ben de arkamı dönüp yürümeye başladım. 

hiç eve giresim yoktu, ama ödevim olduğunu hatırlayınca istemeye istemeye içeri girdim. yavaş yavaş merdivenlerden çıktım ve anahtarlarımı ararken karşı dairenin kapısı açıldı. benim yaşlarımda iki çocuk çıktı evden. bu dairenin boş olduğunu sanıyordum, yeni taşınmış olmalılar diye düşündüm. gamzeli olan beni görünce gülümsedi ve ''komşuyuz sanırım.'' dedi ayakkabısını giymeye çalışarak. uzun olan da ''merhaba.'' dedi son derece saygılı bir şekilde. gamzeli olan çocuk ben daha konuşamadan ''jungwon. yang jungwon.'' dedi elini uzatarak. elini sıkarak ''nishimura riki. japonyalıyım.'' dedim hafifçe gülümseyerek. diğer çocuk da kendini tanıttı. ''park jongseong, ama jay diyebilirsin.'' dedi elimi sıkarken. başımı sallayarak ''tanıştığımıza memnun oldum.'' dedim anahtarı aramaya devam ederken. ikisi birden ''biz de.'' deyince gülümsedim ve kapıyı açtım. ''görüşürüz.'' dedim elimi sallarken. onlar da ellerini sallayınca içeri girdim. iyi insanlara benziyorlardı, böyle komşularım olması beni mutlu etmişti.

sıcak bir duş aldıktan sonra iki gündür annemi ve kardeşlerimi aramadığımı fark ettim. onları o kadar çok özlemiştim ki... hepsiyle en az on dakika konuştuktan sonra mutfağa girdim ve buzdolabını açtım. tam anlamıyla boştu. evimin aşağısında bir market vardı, fakat çok üşeniyordum. bir gün bir şey yemesem ne olurdu ki? buzdolabının kapağını kapattım ve ödeve başladım. bir hafta sonra sınavlar başlıyordu ve sıkı sıkı çalışmaya başlamalıydım. derslerim gayet iyiydi, ama beni zorlayan o değildi; sınav stresiydi. sıkıntıyla nefes verirken kapı sesiyle kendime geldim. yerimden kalkıp seri adımlarla kapıya doğru ilerledim. kapıyı açmamla sıcak bir gülümsemeyle karşılaştım. ''rahatsız etmiyorum dimi?'' dedi gülümsemesini kaybetmeden. gelen jay'di. ikna edici bir ses tonuyla ''hayır hayır.'' dedim bir yandan başımı sallarken. ''kore'de komşular birbirine çok yemek getirir.'' dedi elindeki tabağı uzatırken. ''jungwon'un spesiyeli. seveceğinden eminim.'' ''teşekkür ederim. ben hiç yemek yapmayı bilmiyorum ama.'' dedim boynumu kaşırken. hafifçe güldü ve ''sorun yok. düşünmen önemli.'' dedi hala gülümsemesi yüzündeyken. ''her zaman bekleriz bu arada. seninle tanışmak isteriz.'' deyince ne kadar mutlu oldum bilemezsiniz. ''ben de sizinle tanışmak isterim.'' dedim heyecanımı gizlemeye çalışırken. gülümsedi ve el salladı, ben de ona. sonra da hemen elimdeki tabağı alıp mutfağa gittim. bir çırpıda yedikten sonra ödevimin başına oturdum. 

son soruyu da yaptıktan sonra kitabı kapattım ve kendimi koltuğa attım. telefonum hep sessizdedir benim, bildirim sesi çok gıcık eder. ailemden çok kez azar yedim bundan dolayı. telefonun şifresini girip bildirim paneline baktığımda sadece birinden gelen üç tane mesaj olduğunu gördüm.

sunoo

sunoo: selam rikiii
annemden izin koparabildim
bos musun?
(20:04)

siz: bosum
asagidaki park?
(20:06)

sadece iki dakika önce atmıştı, o yüzden şanslıydım. telefonu da yanıma alarak odama gittim. üstümde beyaz bir tişort ve altımda siyah bir eşofman vardı. dışarının soğuk olacağını bildiğimden üzerime gri bir sweatshirt geçirdim. gelen bildirim sesiyle istemsizce gülümsedim, fakat ben bunun farkında bile değildim.

sunoo

sunoo: evet
geliyorum

siz: hava soguk
ince giyinme

bana kolay hastalanabildiğini söylemişti, o yüzden böyle demiştim. telefonumu eşofmanın cebine attım ve evden çıktım.

(saçma bir bölüm kusura bakmayın)

when feeling far from home, you saved me. | sunkiWo Geschichten leben. Entdecke jetzt