3: Cafuné

70 7 9
                                    

Omzumda hissettiğim dokunuşlar ile gözlerimi açarken, ıslak saçlarıyla kutsallaşan gördüğüm manzara karşısında bakışlarımı çıplak üst bedeninden yüzüne çıkarak bir süre öylece gözlerine baktım.

"Burada yatamazsın, Harry." dediğinde, uyuduğumun farkına vararak hızla kalktım. En azından denedim ve sendeleyerek ayakta durabildim.

"Seni içeri taşıyacaktım ama rahatsız olursun diye dokunmak istemedim."

Bunu, beni ilk günden beri tüm arsız konuşmaları ile zorlayan bu adamın söylemesi ile isterik bir kahkaha patlatmak istedim. Bir yanım da, bunu düşünmesi ile bedenimde bir yerleri ısıtmıştı. Her ne olursa olsun bu güzeldi. Tabii bunu bilmeyecekti.

En son ona yine yemek yaptığımı hatırladığımda, tekrar sinirlenerek içeri doğru ilerlemeye başlayacakken beni yakaladı.

"Nereye?"

Henüz onu memnun edemediğim için onu tatmin edemeden beni bırakmayacağından bahsediyor olduğunu düşünerek sinirle ona baktım ve bedenimdeki elinden kurtuldum. Sessizce çıkıp gitmeyi düşünsem de yapamamıştım.

"Bu işi ister ver ister verme artık umrumda değil! Sen karşısındakinin ne olduğunu unutan düşüncesiz adamın tekisin!"

Sesim karşımdakine ne kadar muhtaç olduğumu bana bile unutturmuştu. Onu ittirip geçecekken beni durdurdu. Bu ittirmek ve yakalamak aramızda kaçınılmaz birşey olmuştu.

"Bundan bahsetmiyorum, Harold. Saat çok geç, istersen burada kalabilirsin."

Beni bu saate kadar çalıştıranın kendisi olduğunu söyleyecekken saatin kaç olduğunu görmem ile sustum. Gece üçe geliyordu. Beni kendisi isteyerek uyandırmamıştı. Sonunda, kalktığımda uyuduğum yer yüzünden rahatsız olacağımı düşünerek uyandırmış olmalıydı.

"Oh, evet. Eminim yatağınızda benim için de yer vardır."

Patronun evinde kalma saçmalığını düşünürken telefonumu çıkarmıştım bile. Bay Tomlinson elimdeki telefonu alarak biraz daha yaklaştı. "Seni yatağımda yatıracak olsam, uyumayız zaten."

Sıcak soluğu yüzümü okşarken kalbim bir hız treninden farksızdı. Ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordum. Beni ya itiyor ya da öyle çekiyordu ki, o itmeden ona çekilmekten korkuyordum artık. Her itişinde beni çeksin isterken, her çektiğinde ise kaçmak istiyordum.

Telefonumu ondan alacakken biraz daha yaklaştı ve elini yüzüme çıkardı. Onu ittirerek bunu bir daha yapmamasını isteyebilirdim. Sessizce geri çekilerek çıkıp gidebilirdim. Ya da ne yaptığının hesabını da sorabilirdim. Ama tüm bunlar içinde saklanmış olan seçeneği kendim var ederek öylece kalmayı seçtiğimde fısıltıyla konuştu.

"Özür dilerim."

Bunun onun gibi bir adam için zor olacağını düşünürken, oldukça kalpten gibiydi özrü. Eli yanağımdan saçlarıma karıştığında, kimseye elletmediğim saçlarımı ellerken bile sesimi çıkaramadım. Belki de çıkarmadım. Dokunuşları buklelerimi incitmekten korkar gibi yavaş ve nazikti. Eli saçlarımda gezinirken gözleri ise gözlerime sarılmıştı.

Patronuma ne kadar düşüncesiz ve karşısındakinin ne olduğunu unuttuğunu söylerken özür dileyeceğini beklemediğim için onu şimdi öylece izliyordum sadece. Gözleri karanlık gecede bana ışık olurken, o karanlığa tekrar kavuşmak ister gibi pervasızca ilerliyordum. Karanlık geceye dönmek ve mavi ışıkları arkamda bırakarak buradan koşarak uzaklaşmak istiyordum.

"Yerine kimseyi almadım, iş hala senin.
Bu sadece benden kaçmanın cezasıydı."

Benimle oyun oynadığını farkederek daha sonra aklımdan çıkarmak için çok uğraşacağım bu anı bozarak telefonumu elinden aldım ve geri çekilerek saçlarımın parmakları arasından kayıp gitmesine neden oldum. Tekrar tekrar hatırlamak istesem de kabullenmeyerek silmek isteyecek, her bir anını böylece zihnime kazıyacaktım.

Always Lou | LarryWhere stories live. Discover now