❄️⁴

178 16 47
                                    

'Uyanmalısın.'

Rin, her yıl aynı günde aynı rüyayı görürdü.

Sürekli aynı yerde olurdu, aynı sesten aynı cümleyi duyardı. Buzlarla kaplı karanlık bir mağara, teninde özellikle ayaklarının tabanında hissettiği Kuzey Krallığı'nın spesifik soğuğu ve mağaranın sarkıtlarını sallandıran melodi...
Hiçbiri değişmezdi.

Bir değişiklik olması umuduyla ayaklarını her an kırılacakmış gibi hissettiren zeminde, nazikçe hareket ettirip karanlık mağarada ilerlemeye çalıştığında sonuç değişmezdi. Cılız bir ışık yanından geçip mağaranının duvarlarına yansırdı. Yansıyan ışığın rengi her defasında masmavi olurdu ve mağaranın dört bir yanını aydınlatırdı.

Mavi ışıkların odak noktası kenarlarında ejderha kanatları olan demirden yapılma bir tahttı. Ejderha kanatları ve demir Kuzey Krallığı'nın kuruluş hikayesine dahil olduğundan Rin'in pek de sorgulamadığı detaylardı. Kalbini söküp çıkaran, dokuz yaşından beri rüyalarından kan ter içinde uyandıran başka bir şeydi.

Tahtın üstünde oturan siyah uzun saçlı, mavi ışığın altına parlayan gümüşi renk gözleri olan bir kadın.

Rin'in annesi.

Rin'in artık fiziken acı vermese de hatıralarında acı verici bir şekilde kalacak yaralarının üstünü kumaşlarla örtmesinin nedeni. Rin'in her sabah kalbindeki dipsiz boşluğu doldurmaya çalışmasının nedeni. Yaşamasının nedeni değil ama hala nefes alıyor olmasının nedeni.

Rin, annesini rüyalarında gördüğünde bu nedenleri unuturdu. Yirmi beş yaşına gelmiş bir prens olduğunu, koca bir kaleden sorumlu olduğunu, sonradan öğrenmek zorunda kaldığı ve kendisine dayatılan kimliğini unuturdu. Annesinin kıyameti yaklaşmadan önceki güzelliğini, henüz donuklaşmamış gümüşi gözlerdeki şefkati gördüğünde unutuverirdi işte.

Annesi ; tahttan kalkıp ona doğru zarif bir gülümsemeyle yürüdüğünde, kollarını açıp başka kimseden tatmak istemediği sıcak bir kucaklama yaptığında, sakinleştirici manolya kokusunu aldığında Rin unuttu.

Onunla özdeşleşen kan kokusunu.

Kılıç tutmaktan nasırlaşmış parmaklarını.

Unutmak işine geldi. Annesinin kollarının arasında yetişkin bir adam gibi hissederse eksik kaldığını bilirdi ve annesinin kokusu ona en büyük eksikliğini söylediği için canı yanardı. O yüzden Rin bir anlığına şu anda olduğu kişiyi unuttu ve hatırlamak istediğini hatırladı.

Annesiyle sade bir yaşam süren ama her bir hücresiyle mutluluğu özümseyen, yaralandığında nazik parmaklara sığınan küçük bir çocuk.
Annesinin şefkatli oğlu Rin.

"Anne."

Bir kelimeyi söylemek en fazla ne kadar zorlardı? Bir kelime bütün sevgi cümlelerini özetler miydi? Şayet bu mümkünse Rin bunu annesinin adını söyleyerek zahmetsiz bir şekilde başarırdı.

Sıcaklığını tekrar ve tekrar hatırlamak istediği kadının kollarında küçük bir çocuk gibi hissettiği için gözlerinden yaşlar süzüldü. Üzüntü ya da eksiklik değildi nedeni. Anne şefkatini özlemiş küçük bir çocuktu başka nedeni yoktu.

Birisini özlemek o kadar berbat bir duyguydu ki sanki Rin'in kalbine çiviler saplanıyor, o çiviler beraberinde kalbindeki kasları birer birer söküyordu. Kalbini canlı canlı parçalayan bu olayı daha da zorlaştıran şey asla geri gelmeyecek birisine karşı bu duyguyu hissetmesiydi.

Annesi, son nefesini verdiğinde bir daha gelmeyeceğine dair bir yemindi bu.

Rin bu yemine rağmen parçalara ayrılmış kalbini birleştirmeye çalıştı. Çünkü ortada verilmiş bir söz vardı. Yeminlerden daha büyüktü verilmiş sözler.
Kendince parçalanan yerleri buz parçalarıyla doldurmaya çalıştı, o parçalar da uyum sağlasın diye içinde bir şeyleri dondurdu.

mavi krizanteme külden mektuplar| rinsagiWhere stories live. Discover now