23.

516 53 26
                                    


Yaşamın kıyısında pek çok duyguyla karşılaşır insan denen varlık.

Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre ilk sırada nefes almak gelse de, benim dünyamdaki sıralama bundan hep çok farklıydı. Hakikat, benim ilk sıramda altın yaldızlarla yazılmış o kelimeydi, en büyük elzemim. İnsan, kendisinde ne eksikse onu arıyor, onun peşine düşüyordu ve kendisinde noksan olanı, her şey sanıyordu. Hasarlı ruhumdan sızan öfke nöbetleri dışarıya buzdan bariyerler çekerken, içimdeki açlık hissini bir ömür boyu midemde taşımıştım. Hiç dinmeyen, bir nebze olsun azalmayan bir açlık hissiydi bu. Hakikat. Çok uzun süre karnımı doyurmak için anlamını aradığım bu kelimenin karşılığının koşulsuz sevmek olduğunu anladığımda yedi yaşındaydım. Hakikat, benim hiç durulmayan mide kazıntımdı.

Bu açlığın tek doyumu annemde sanarken, Seda'nın güneşle ısınmış gibi sıcacık parmakları dokunmuştu hayatıma. İçimdeki karmaşa çeki düzen almıştı. Göğsümde ordular kurulmuş, yaşamın acımasız kanunlarına savaş açmıştı. Gerçek olanını anlamını bulduğumu, hayatıma kattığımı sanmıştım. Hayatım ne zaman kangren olsa dışarıda birbirine eğreti gülümsemeler sunan insanları izler, kendimi şanslı sayardım. Çünkü benim hayatımda tamamıyla yalın, gerçek bir gülüşün şen kahkahası yankılanırdı.

Her şey değişebilir, evrilebilirdi. Ölebilirdim yada acımasız bir katile dönüşebilirdim. Savaşlar çıkar, depremler olurdu. Dünyanın tüm karanlığı beni boğmak için bir karabasan olabilirdi yada yer sallanır, gök yarılırdı. Kıyamet kopabilirdi ve bunların hepsi mümkündü. Değişmeyen tek şey, hayatımın bulanık su birikintisine damlayan saf sevgiydi. Ne olursa olsun, ne yaşarsak yaşayalım Seda'nın parlaklığından hiç şüphe etmemiştim. Benim verimsiz tarlamdaki tek kırmızı güldü o.

Kimsesiz bir kız çocuğu için, bir anda, bir yabancının çıkagelmesinin ne demek olduğunu kimsenin anlamasını beklememiştim. Keskin pençelerimin onda bıraktığı pamuksu hisse çoğu zaman Seda bile anlam veremezdi. Bilmiyordu, çünkü o benim aksime hiçbir zaman kimsesiz olmamıştı. Yanlızlığın edebiyatı, kalabalık yüreklerin okuyamayacağı kadar ağır bir dille yazılırdı. Hiç korunmamış küçük bir çocuğa siper olunduğunda, o çocuk artık sarsılmaz bir sadakatle bağlanırdı. Seda'ya olan sadakatim, hayatla olan bağımın ilk düğümüydü.

Şimdi bu düğüm avuçlarımın arasında açılırken, hakikat kelimesi yüreğimin gözlerine mil çekiyordu. Oturduğum sandalye, içine hapsedildiğim derin bir oyuktan farksızdı. Akrep ve yelkovan göğsüme saplanmış anlamsız bir ok gibiydi, zamanın işleyişini kavrayamıyordum. Soğuktan morarmış bir kadavradan farkım yoktu.

"Gizem, ne olur cevap ver. Endişelenmeye başlıyorum."

Alper'in sesi bir radyo cılıztısı gibi kulaklarıma ulaşıyor ama içimdeki karanlık girdaba kapılarak, beynime ulaşamadan kayboluyordu. İşitme duyum son gücüyle işlevini yerine getirse de, algılarımın üzerine çöken ölüm karası bulutlar zihnimi koyu bir karanlığa mahkum ediyordu. İçinde tek bir ışık parçası barındırmayan, geceyi ısıran koyu bir karanlık.

"Gizem," diye yineledi telaşlı ses. "Korkutma beni."

Zamk gibi donarak birbirine yapışan dudaklarımı aralayarak, ciğerlerimi oksijenle buluşturduğumda, aldığım nefes ince bir kağıt kesiğiydi. Soluk borumdan ılık, kırmızı bir sıvının aşağı doğru aktığını hissettim. Can çekişirken alınan o son nefes gibi, çaresiz bir yaşama tutunma çabasıydı.

"Nerede o?" diye sordum sayıklar gibi. Sesimden dağılan saçmalar aramızda dağılarak göğsüme saplandı. Gözlerim boşlukta asılı kalmış, iki bilye gibi cansızdı.

"Kim?" diye sordu anlamayarak. Sesindeki korkuyu soludum. Korkmalıydı, herkes ölesiye korkmalıydı. Küçük yaşamlarımızın tarihine uğursuz bir satır yazılıyordu.

eres solo mía / melissa vargasHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin