XIII

101 8 5
                                    

Esen soğuk rüzgar, ve deniz dalgalarının sesinin eşliğinde kumların üstünde oturuyordum. Sadece kendi halimde takıldığım o rahat anlarımda Jeongguk'tan gelen garip bir mesaj yüzünden içimi belli belirsiz bir huzursuzluk kapladı.

Sağ tarafıma da baksam, sol tarafıma da baksam onu göremiyordum. Zaten hava oldukça karanlıktı ve zihnim darmadağın olmuş gibi hissediyordum. Onu görebilsem dahi algılayacak kadar bilincim yerinde değil gibiydi.

"Arkana bakarsan görebilirsin."

Aldığım mesajla birlikte direkt olarak arkamı döndüm ancak hâlâ görünürde kimse yoktu. Arka tarafımda kumlardan oluşan uzunca bir alan ve daha sonrasındaysa betondan oluşan duvar kısmı vardı. Sahile inen merdivenlerin olduğu kısımlarda az çok bir insan silüetinin var olduğunu seçebiliyordum.

Bana el sallaması üzerine gördüğüm şeyin Jeongguk olduğunu anladım. Bir eli pantolonunun cebindeyken diğer elinin işaret parmağını montunun etiket kısmına geçirmişti. Üzerine giydiği yarım kollu siyah gömleği rüzgardan dolayı iki yana doğru açılıyor, içine giydiği beyaz tişörtünü belli ediyordu.

Hava oldukça soğuktu ve buna rağmen benim üzerimde de çok eskiden aldığım ince bir kazaktan başka bir şey yoktu.

Sakin adımlarıyla beraber yanıma geldiğinde derin bir iç çekti. "Selam."

Sertçe yutkundum. Sadece yürürken bile hoş bir görüntüsü vardı, bu asla inkâr edilemeyen bir gerçekti.

"Ne işin var ki burada?"

Sorgulayıcı bir şekilde ve benden bağımsız olarak kısık çıkan sesimle beraber konuştuğumda gözümün önüne düşen saçlarım görüş alanımı kapatıyordu.

"Burası benim mekanım sayılır. Sık sık uğrarım zaten. Seni görünce de yanına gelmek istedim."

Hiç çekinmeden tam yanıma, kumların üzerine oturduğunda dizlerini hafifçe açarak kendine doğru çekti. Dirseklerini diz kapaklarının üzerine koyarken bakışlarıysa denizin üzerindeydi.

"Rahatsız ettim mi?"

Bir an çok masum geldi bu sorusu gözüme. Ses tonu oldukça kibar çıktı dudaklarının arasından.

"Hayır," dedim, kafamı iki yana sallarken. "Çoktan oturdun zaten."

Haklı olduğumu onaylamak istercesine kafasını salladı. Elinde tuttuğu montunu iki yana açıp sırtıma koyduğunu hissettim.

"Demek bu yüzden sürekli hasta oluyorsun."

Üzerimde duran onun montunun etkisinden sıyrılamamışken şaşkın şaşkın bakıyordum. Eskiden yağmurlu havada evine arabayla gidecek olmasına rağmen bana şemsiyesini ödünç vermeyen çocuk, şimdi üşümemem için montunu veriyordu.

İnanmak zor.

"İstemem montunu."

Bunu kötü bir tavırdan ziyade tamamen kısık bir ses tonuyla söyledim. Eminim ki yüzümde istemediğime dair bir ifade bile yoktu.

Montu omuzlarımdan aşağı bırakmamam için kolunu omzuma koydu. Bu hareketiyle beraber aramızdaki mesafe sıfıra inmişken, tensel temasımız aşırılardaydı.

Öyle ki, tek bir hareketinden dolayı bile bacağı bacağıma değiyordu. Omzumun üzerinden sarkan elinin boynuma değiyor oluşundan bahsetmeme gerek vardı mıydı, bilmiyorum.

"Bu gece deniz ne güzel, öyle değil mi?" Ben onun yan profiline, o ise hemen karşımızdaki manzaraya bakıyorken konuştu.

"Her zamanki gibi görünüyor."

wabi-sabiWhere stories live. Discover now