~Giriş~

723 60 90
                                    

Jungkook şalteri aşağı indirdiğinde kapı yavaşça açılmaya başladı. Dışarıdaki sağanak yağmurdan dolayı ıslanmış toprak kahvesi saçlarını elleriyle geriye taradı. Gözleri, lordu için kazandığı güçten sebebiyet parıldarken siyah bazen sadece bir karanlık değildi. Onun siyah gözleri bir ışık tarlasına düşmüş gibi parıldıyordu. Velakin, her parıldayışta bir doğuş değildi. Yıldızlar doğarken parlardı, birde ölürken. Peki onun parlamasının sebebi neydi?

Kıyamet.

Bazenleri ise her ölüm, basit bir ölüm kelimesiyle sınırlı kalmazdı. Jungkook'un parıldayışı ölümdü, lordun uyanışı kıyametti. Ruhunun duygularına esir olunmuş bir kalp, acı ve çaresizlik içnde kıymetini çağırdığından bir haberdi.

Tereddütsüz, sert adımlarla içeriye adımını attı. Kıyafetlerini ıslatan damlalar yere düşerken ve yedi yüz yıldır tek bir canlı organizmayla bir araya gelmeyen paslanmış taşlar erirken, Jungkook bu erimeyle bile kıyameti getirdiğini anlayamamıştı. Ya da anlamak istememişti. Yedi yüz yıl içinde yaşadığı yalnızlık öylesine büyük gelmişti ki, hissettiği kinin dünya topraklarını erittiğinden bir haberdi.

Taşlar eriyordu, lambalar patlıyordu velakin bu patlamalar durdurak bilmiyordu. Kadehin son damlası kadar kalan gücü bir ölüyü diriltmek için yedi yüz yıldır parlamayı bekleyen lambaları patlatıyor, ardından eski hâline getiriyordu.

Zifirinin hüküm sürdüğü bu kıyamet gecesinde Dünya'da çok şiddetli bir yağmur seyir sürerken Jungkook'un dış dünyayla iletişimi kesilmişti. Kapanan kapının sesi boş odada yankılanırken üzerindeki paltoyu yere attı. Beyaz gömleği yavaş yavaş koyu kırmızıya dönüyordu. Bu, bedelinin gerçekleştiğinin işaretiydi.

Yavaşça beyaz, cam tabutun yanına yaklaştı. Yüzünde hiçbir mimik, kalbinde ise kin ve öfkeden başka hiçbir duygunun bir uğrama durağı yoktu. Yedi yüz yıldır sakladığı öfkenin hakimiyeti vardı kanayan ruhunda.

Cam tabutun içinde yatan cansız bedene baktı bir süre. Ve izledi o cansız bedeni. Elleri karnında bağdaştı cansız bedenin. Esmer teni ölümün habercisi olan beyazlığa maruz kalmışken, boynundaki kan hâlâ aynı yerde duruyordu. Ellerinin arasında kırmızı bir gül vardı. Yedi yüz yıl boyunca solmayan, ilk günkü gibi dipdiri bir gül. Beyaz bir güldü, tâ ki lordun kanı o beyaz gülü kırmızıya boyayana kadar.

Jungkook tabuta doğru hiddetle bir adım attı. Bir melekmiş gibi beyaz giydirilen şeytan, onun beyazlığını çalacaktı. Durdu. Tabutu açmak yerine bir adım geriye gitti. Neden bir anlığına tereddüt etti? Oysa ki yedi yüz yıl boyunca beklediği tek şey bu gündü. Kıyamet günü onun her gece hayalini kurarak beklediği gün değil miydi? Ya da sadakat yeminini tutarak tam yedi yüz yıl sonra lordun uyanmasını sağlamak onun düşü değil miydi?

Sadakat mıydı yemini yoksa intikam mıydı orası belli değildi.

Bilakis bu yeminin saf kinden oluştuğu bir hayli ortadayken, yedi yüz yıl önceden hayalini kurduğu bu günde neden kararsızlık ceremesine düştü?

Sonuçta dünya bir yalandı.

Mavera ve Yakamoz ise koskoca bir yalandı.

Varsın o zaman kıyamet, ne olacaktı ki?

Bunu yapması gerekiyor. Yeryüzüne kıyametin gelmesi lazım. Kinli tarafı ağır bassada o, evvel zamanlar öncesinde bir kan yemini, sadakat yemini verdi ve bunu gerçekleştirmesi lazım. O, insani bir varlık değildi. Aptal olduğu düşünülen insanlar gibi duygularına kapılamazdı. Sonuçta hangi kölenin, emir erine baş kaldırdığı görülmüş?

Mavera's Angel // TaekookWhere stories live. Discover now