17

118 16 10
                                    

saat daha erkendi ama hava çoktan kararmaya başlamıştı. Pembenin tonları hakimdi gökyüzüne. Esen rüzgar Yunho'nun saçlarının arasından geçerken kendini pamuk gibi hissediyordu genç oğlan. Banka oturmuş turuncu saçlı genci bekliyordu.

nehirde oluşan dalgaların sesi kulaklarına doluşurken elindeki kulaklığı sweatinin cebine geri attı. Arabalardan uzak bu yerde doğanın sesini dinlemeye bayılıyordu

hayatını düşündü. Ya başta farklı seçimler yapsaydı nasıl olucaktı her şey? Aklına geçenlerde okuduğu kitap geldi: Gece Yarısı Kütüphanesi. Kitapta baş karakter aynı kendisi gibi intihar ediyordu ama onu bir kütüphaneye yolluyorlar ve orada farklı seçimler yaptığı hayatları yaşama imkanı sunuyorlardı. Okurken hep imrendi, keşke kendisine de böyle bir imkan sunulsaydı. Neleri değiştirmezdi ki?

yanına yaklaşan adımları hissetti ve kafasını sola çevirdi, gelen Mingi'ydi. Altına kot bir pantolon, üstüne beyaz gömlek ve şişme mont giymişti. Lakin şaşırtıcı bir şey vardı: saçları

Yunho onun baştan aşağıya süzerken siyah aralarında da beyaz tutamlar olan saçı dikkatini çekti. Oturuşunu dikleştirdi ve kaşlarını çattı. Mingi ise Yunho'nun bu tepkiyi vereceğini önceden tahmin ettiği için güldü

"Mingi, sen-"

"saçlarımı boyadım, evet"

"bana söylemedin"

"sen de bana söylememiştin"

"sana söylemeye yüzüm yoktu, biliyorsun" Yunho Mingi'nin göğsüne o topu attıktan sonra soyunma odasına girip o formayı çıkardı. Sonra da direkt kuaföre gidip harçlığıyla saçlarını siyaha boyadı. Yani kimseye söylemedi saçını boyayacağını. Yeosang pembe saçlarının gittiğine üzülmüştü ama onca olay içinde diyememişti ona

"önemli değil, zaten dün bir anda aldım bu kararı.. Yakışmış mı?"

"evet, yakışmış" ayakta olan genç sırıtışını gizlemeye çalışırken oturan ise yana kaydı ve ona yer açtı "buyur"

"sağ ol" Mingi arada mesafe kalacak şekilde oturdu. Hava daha soğuktu ama sağ tarafı Yunho'nun yakınlığı sayesinde yanıyor gibiydi. Onun varlığı içini ısıtıyordu Mingi'nin.

iki genç uzun süre sustu ve sadece nehiri izledi. Aslında birbirine anlatacak çok şeyleri vardı. Biri aşkı anlatabilirdi; ona nasıl tekrar bağlandığını, duygularından nasıl emin olduğunu anlatabilirdi. Onun yanında nasıl hayattayken cenneti yaşadığını saatlerce betimleyerek anlatabilirdi. Sevdiği insanın acı çekmesi ona da acı verdiğini anlatabilirdi. Hayatın o ve ondan önce olmak üzere ayrıldığından bahsedebilirdi. Hayatın pembe duygularını anlatabilirdi

biri ise tam tersi hayatın renksiz, iç karartıcı renklerini anlatabilirdi. Yaşama hissiyatını kaybetmişliği anlatabilirdi. Artık hiçbir duyguyu hissetmeyişini anlatabilirdi. Uyumanın işkence olduğu geceler, aynaya bakmanın verdiği zorluklar, etrafındakileri üzmekten bahsedebilirdi. Aslında düşününce bunları da yapamazdı. İçinde yaşadıklarının etrafındakilere zarar verdiğini düşünürdü bu genç. Zaten ona göre kendisi bir fazlalıktı.

"seviyorsun bunu"

"neyi?"

"hafif esen havada, güneşin batmasına yakın bir zamanda nehirin orada oturup susmayı. Etraf çok sessiz: suyun sesi, kuşların cıvıltısı ve rüzgarın yapraklara vurduğunda çıkan haşırtı sesi. Huzurun tablosu aslında bunlar. Ve inanır mısın Yunho? Bir başkasına seni böyle tanımlardım. Sen huzurun insanısın, doğanın ve hayatın en temiz halisin." Mingi hiçbir zaman söyleyemediklerini akıp giden nehire bakarak söylemişti. Hiç düşünmemişti bunları, bir anda ağzından çıkavermişti.

hi, yungi Nơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ