5

170 17 33
                                    

"gözlerime inanamıyorum resmen, will graham suç biriminde. hem de kendi hür iradesi ile, kanlı ve canlı."

elimde kendi gövdem boyutunda bir koliyi taşıyarak - içerisinde hannibal'la görüşmeye gittiğimde ona birer kopyasını verdiğim önemli evraklar ve bir takım kişisel eşyalar vardı - ofisin içerisine girerken alan'ın bana attığı laf ile kıkırdadım, şaşırmak en büyük hakkıydı. bütün bir yıl gelmemekte ısrarcı davrandığım yerdeydim ne de olsa, artık bir dedektif olarak. bütün bunlar oldukça ironikti.

"ah, benim naçizane öğrencilerim artık kimin dersinde uyuyacaklar, gerçekten de anlatılanlara kulak vermek yerine ? narin kalbimin köşesinden bir çıt sesi duydum sanırım (!)"

kucağımdaki koliyi benim için ayrılan masanın önündeki tekli koltuğa bırakmış, içerisinden sırayla eşyalarımı yerleştirip, üst üste durdukları sıkışık konumlarından ayırıp bu sabahtan beri hazırlık yaptığımdan ara sıra kullandığım, belimdeki kemere asılı duran sarı bir bez ile tozlarını alırken alaycı bir ifadeyle mırıldanmıştım. alan da sırtını benden uzak, odanın diğer köşesindeki bir duvar kolonuna yaslamış ve kollarını bağlayarak göğsünde birleştirmişti. benim eşyalarımı yerleştirmemi seyrediyor ve beni sinir ettiğinden haberdar olarak gürültülü bir şekilde sakız çiğniyordu uzaktan.

"ne demezsin. eminim yerine geçecek kişi en az senin kadar iyi ders anlatır o bilgiye aç yavrucaklara."

"bunu bir iltifat olarak mı almalıyım ?"

"ne olarak alırsan al, ayrıca ben yerine geçecek olsaydım kesinlikle senden daha iyi anlatırdım."

kaşlarımı kaldırarak ve dudaklarımı hafifçe büzerek "bilmem" diyormuşum gibi bir surat ifadesi takınmıştım onun bu dediklerine karşı. o da bana karşılık olarak keyifli surat ifadesiyle sakızını çiğnemeye devam etmişti. tanrım, bazen sadece o aptal suratını yumruklamak istiyordum. koliden çıkardığım tozlu resim çerçevelerinin ve klasörlerin tozlarını dikkatle alırken gözlerimi başka yerlere yönlendirmek için fazla meşguldüm. bundan dolayı alan ile pek fazla göz teması kuramıyordum.

silip, güzelce parlattığım çalışma masamın üzerine benim için önceden konmuş olan "will graham" yazılı gümüş kaplamalı isim plakasına kısa bir bakış attım. burada olduğum bunca zaman boyunca hiç bu ofiste ve bu büroda çalışacağım aklımın ucundan bile geçmemişti. burada çalışmak için ne çabuk da ikna olmuştum öyle, şu hannibal lecter sahiden de bayağı sağlam bir psikyatristti anlaşılan. köpeklerimle çekilmiş, sevimli bir fotoğrafımın olduğu bir çerçeveyi elimdeki bez ile nazikçe silerken ve masaya yerleştirirken beni ısrarla lafa tutan alan'ı yanıtladım.

"doktor hannibal lecter'ın yerime geçeceğini sanıyordum ? sanki hep birlikte yemekteyken öyle konuşmuştuk. neden yerine geçecek kişi dedin ?"

"sanırım öyle olmayacak, jack hem seni hem de hannibal'ı ısrarla suç biriminde görmek istiyor. ikinizden birisini akademiye geri yollayacağını hiç sanmıyorum, en kötü ihtimalle öğrencilere sunum yaptırtabilir veya stajlara alabilir ama bundan daha fazlası için herhangi bir beklenti içerisine girmemek en iyisi olur."

kafamın karıştığını ele veren o klasik surat ifademi takınırken en azından şimdilik jack crawfard'ın kararlarını fazla kurcalamamanın en iyisi olacağına karar kıldım kafamda. her ne kadar her şeyin başında bize farklı şeyler denmiş olsa da bir bildiğinin olduğuna emindim. adam kabak değildi sonuçta, koskoca müfettişti. onu sorgulamak bize düşmezdi, zaten bundan hoşlanacağını da pek düşünmüyordum.

"neyse, unut gitsin. şimdi ne yapıyoruz ? sonraki adım nedir ?"

alan hımlayarak başını biraz kenara doğru eğmiş ve duvardaki saate şöyle bir bakış attıktan sonra yeniden bana dönmüştü sorumu cevaplamak için.

heart cutlet | hannigram.Where stories live. Discover now