1.6

159 13 53
                                    

İkiye On Kala - Bütün İstanbul Biliyo'

Uraz arıyor...

Kaşlarımı kaldırarak telefona baktım birkaç saniye. Arama tam kapanacakken kabul ettim, telefonu hoparlöre aldım. "Ne oldu?" Cevap olarak karşı taraftan büyük bir gümbürtü geldi. "Uraz? İyi misin?" 

"İyiyim ama birkaç tane tabak kırdım sanırım. Niye telefonu onuncu çalışta açıyorsun?" dedi agrasif bir tonlamayla. 

Yatağıma uzanarak tavanımı seyretmeye başladım. "Keyfim ve kahyası..."

"Keyfin ve kahyası," diye dediklerimi tekrar ettiğinde yüz yüze geldiğimizde ense köküne şaplak yapıştırmayı aklıma not ettim. "Neyse." Bir gürültü daha. "Hay anasını sikeyim ya." Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırsam da içimdeki kahkaha tufanına engel olamadım ve safi gürültü içeren bir kahkaha patlattım.

Uraz'ın karşı taraftan bana sinir yüklü bakışlarını hayal ederek kendimi dizginledim. "Yani Nesrin Teyze sana ne yapar bilemiyorum şu an. Hem ne yapıyorsun sen ya?"

"Biricik oğluna bir şey yapacağını zannetmiyorum," derken bile korku içeriyordu sesi. "Cheesecake yapacağım. Balkabağından."

Kaşlarım hayret içinde havaya kalktı. "Cheesecake? Balkabağından?"

"Ela balkabağından olması için ısrar etti. İnternete baktım, balkabağından varmış."

Uraz, Ela için çok iyi bir abiydi. Her zaman yanında olmuş, güzel bir şekilde onu dinlemişti. Küçük kızın duygularını içine atmasına izin vermemişti. Babası şehit olduktan sonra Uraz çökmüştü ve toparlanması çok zor olmuştu. Ayağa kalktığında ise ilk yaptığı şey Ela'yı toplamak olmuştu.

"Beni niye aradın, anlamadım." Gayet de anlamıştım. Ama bunu ondan duymayı istiyordum. Sonuçta biz birbirimizin her anında yanında değildik. 

Uraz nefesini verdi gürültüyle. "Yardım eder misin, diye?" Elini ensesine attığına emindim şu an. "Ela bunu çok önce istemişti ama antrenmanlardan zaman bulup yapamamıştım. Anneme söylese yapardı ama annemin çok yoğun olmasıyla söyleyememiş. Tek başıma işin altından kalkamayacağımı da az önce fark edip seni aradım."

Dudaklarım büküldü ama sataşmadan da edemedim. "Neden ben? Başkasını niye aramadın?"

"Aslında," diye homurdandı. "Mustafa'yı aramıştım ama evlerinde tadilat varmış, gelemem dedi." Bunun gerçek olmadığı sesinden öyle anlaşılıyordu ki gülmeden edemedim. "Gelemezsen başka birini ararım."

O göremeyecek olsa da başımı salladım. "Tamam, geliyorum."

Telefonu kapattıktan sonra popomu kaldırarak dolabımı açtım. Mavi oversize sweatshirt'ümün altına siyah taytımı giydim. Saçlarımı tepemde toplayıp basit bir topuz hâline getirdim. Yüzümü kremleyip odadan çıktım.

Kapımı kapattığım an annem mutfaktan "Helen nereye?" diye seslendi. Bu kadında kedi gözü mü vardı yoksa annelik içgüdüsü onu bu hâle mi getirmişti acaba?

"Karşı daireye, anne."

"Tamam, akşam yemeğine kadar gelmiş ol."

Annemi onayladıktan sonra kapının yanında yatan Portakal'ı kucağıma aldım. Kafasının üzerine minik öpücükler bırakıp kapıyı araladım. "Her geçen gün daha mı tatlı oluyorsun sen? Şu tüylerinin güzelliğine bakar mısın?"

Karşı dairenin kapısını çalıp Uraz'ın açmasını bekledim. Kapı açılır açılmaz "Ya şunun tatlılığına bakar mısı-" diye konuşmaya başlamıştım ki Uraz'ın üzerindeki pembe puantiyeli mutfak önlüğünü gördüm. Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken ağzım açık kaldı. Bir seksen yedi boyu, siyah kazağı, alnına dökülen saçları, en önemlisi kişiliği ile üzerindeki önlüğün hiçbir alakası olmaması bu ânı öyle komik yapıyordu ki dilim tutuldu.

"Bu..." Demiştim size dilim tutuldu diye. "Bu ne?" Ve kahkaha tufanı... Uraz bana çatık kaşlarla bakarken kendimi dizginlemeye çalışsam da bunu başaramadım. Gülücüklerim arasından "Yani... Çok güzel olmuşsun olmasına ama Miss Türkiye'ye çıkacakmışsın da makyajını yapmayı unutmuşlar gibi," diyebildim. 

Oyunbaz bir tavırla "Beni kıskanıyorsun şu an," deyip, kapıyı aralık bırakarak içeri gitti. Arkasından girdiğimde hâlâ gülücükler saçıyordum etrafa. 

Uraz'ın biricik köpeği Çakır, odasından çıkarak yanımıza doğru koşuşturdu. Portakal'ı göğsüme bastırarak ayaklarım üzerine çöktüm. "Sana yeni bir arkadaş getirdim Çakır'cık. Bak bu Portakal." Çakır anlamış gibi arka ayakları üzerine oturdu ve Portakal'a yaklaştı. Ne olur ne olmaz diye Portakal'ı biraz uzak tuttum Çakır'dan. Ancak Portakal, Çakır'a doğru eğildi, kucağımdan atladı. Hayret içinde bakakaldım.

"Çakır çok medeni bir köpektir, onları rahat bırak." 

Mutfağa doğru yürürdüm. "Senin yanında kalıp medeni olmayı nasıl becerdi acaba? İnan çok merak ediyorum." 

"Maalesef ki bunu öğrenemeyceksin," dedi ve bana doğru iki adım atıp karşımda durdu. Boyu benden oldukça uzun olduğu için başımı arkaya doğru yatırdım, göz göze gelmemizi sağladım.  Arkasına saklamış olduğu ellerini de fark etmiştim elbette. 

"Kabul ediyorsun yani yabani olduğunu." Cıkladı oyunbaz tavrıyla. Bu tavrı takındığında ne kadar ukala görünüyordu, biliyor muydu acaba? Bilse bile devam ederdi gerçi.

"Sadece hiçbir şeyi öğrenemeyeceğini söylüyorum." Yüzüme doğru başını biraz eğdi. Şaşkınca ne yapacağını bekledim. Başımdan geçen mutfak önlüğü ile dumura uğradım. Uraz belime doğru eğilerek önlüğün iplerini bağladı. Geriye çekilirken derince soludum. Saçlarını yeni yıkamış olacak ki mentollü kokusu burun deliklerimden içeri doğru sızdı.

Sırıttı. "Miss Türkiye'ye hoş geldiniz." 

Gözlerimi kısarak yüzüne baktım. "Pislik."

Sırıtarak yaptığı işe geri döndü. "Teşekkürler."

Ellerimi güzelce yıkadıktan sonra yardım için Uraz'ın yanına geçtim. Mutfak kocamandı ve tam ortada ek tezgah vardı. Uraz balkabaklarını soyarken ben de cheesecakein tabanı için yulaflı bisküvileri robottan geçirme işine koyuldum. 

🏀

Bölümü daha uzun tutmak istiyordum ama yazacak zamanım yok, ağlamaya gidiyom hfdvdfj

Balkabağı & Kehribar | TextingWhere stories live. Discover now