Giriş

50 4 0
                                    

Ah, benim kaderim.

Ah, o cümbüşün içerisindeki bahtsız sevenim.

*

Kaderin dahi göz yumamadığı iki ruhun hikayesini böylesine noktalandırmayı istesek dahi yapamayacağız gibi gözüküyor.

Kendi elleriyle dövüp hediye ettiği kılıçla canına kıyan aşığı, ona bunu yaptıranlara hesap dahi soramadan son nefesinin dudaklarından alınması... Bunlar Yula'nın ölüler diyarına doğru huzurlu yolculuğunu ertelemesine sebep olmuş olmalı. Tanrı tarafından ikinci defa uzatılan el ile birlikteyse ölüm meleğinin defterindeki adı oraya hiç uğramamış bir hale gelmiş gibi.

Yeni bir yaşam, yeni bir dünya ve yeni kişilikler. Yula kendini yaşamış olduğu yüzyıldan oldukça uzak bir gelecekte bulmuştu. Ayrıca direkt geçmişe ait anılarıyla doğduğunu söylemek de doğru olmazdı. Tam vaktini kestirmek zordu ama önceki yaşamına dair anıları barındıran rüyaları görmeye daha on dokuz yaşındayken başlamıştı. Başlarda önemsememiş lakin bu rüyaların hep aynı kişileri içeriyor oluşu ve olayların her yeni rüyada devamını sürdürüyor olması Yula'yı yavaş yavaş endişelendirmişti. Notlar almaya başlamış, grafikler çizmiş ve yüzlerini, hele de kalbini nefes aldırmayacak derecede sıkıştıran hisle uyanmasına neden olan kadını unutmamak için taslaklar çıkarmıştı. Bu kişileri gördüğünde hangi duyguyla dolup taştığını yazmış, kendini onu yirmi bir yaşına dek oyalayacak ama bir sonuca ulaştırmayacak şeylerle zaman geçirmişti. Böylelikle ilgisi de gün geçtikçe azalarak sıradan bir hâle bürünmüştü. Yine de geceleri onu ziyaret eden yüzlere ait çizimler odasının duvarlarını süslemeye devam ediyordu.

İlk gördüğü zamanları hatırlıyordu da ne kadar da heyecanlıydı. Kendini bir hikayede anahtar görevi üstlenen karakter gibi hissetmekten alıkoyamamıştı. En yakın arkadaşına bunlardan bahsetmiş ve dalgayla karışık tepkiler almıştı. Alınmamıştı, kendisinin de anlam veremediği şeylerdi nihayetinde fakat gençliğin getirdiği hisle içinde tutmak zordu. Anlatmaya devam etmiş ve anlattıkça bu durumun arkadaşı, daha ilerleyen zamanlarda kalabalıklaşan grup için bir hikaye zamanı olduğunu fark etmişti. Grup, Yula'nın rüyalarını dinlemek için özel bir gün ve saat dahi ayarlamışlardı. Çoğu zaman anlatı sırasında kendi fikirlerini de katıp olayların gidişatına farklı bakış açıları eklemeyi severlerdi. Herkesin ortak nefret ettiğiyse bir kişi vardı:

Kutay.

Tiem'in başına buyruk, eğlenceye düşkün kralı. Yula'nın -herkes ana karakterin Yula olmasına karar vermişti- ezeli düşmanı. Fark etmiştilerdi, Yula her Kutay'dan bahsederken gözlerini bürüyen öfkeyi, istemsiz, eklemlerini beyazlatacak kadar sıktığı yumruklarını. Sadece anlatmakla kalmıyor, o anı yaşıyordu adeta ve onlar için bu hikaye gününü iple çekmelerine neden olan da buydu.

Kutay'ın eşi, kraliçe, Yula'nın adı bilinmeyen aşığının kız kardeşiydi. Gözlerini şöhret bürümüş, taht için her dolabı çevirebilecek, zekası asla küçümsenmemesi gereken bir kadın. Bu kadının adıysa İlkuş'tu. Hikayede adı olmayan iki kişi vardı, anlatıcı ki ona Yula demeye karar vermişlerdi, bir de aşığı. Kendileri isim koymaya çalıştıklarında Yula'dan anlam veremedikleri bir şekilde sert tepki almış bir daha da denememişlerdi lakin herkesin aklında kıza taktıkları bir ad vardı. Bunu Yula'nın olmadığı bir ortamda tartışıp 'Tanla" demeye karar vermişlerdi. Bu nedenle hikayemiz boyunca bu kadından Tanla olarak bahsedilecekti.

İşte günler böyle gelip geçti, hikaye uzadıkça uzadı. Bazıları kitaplaştırması gerektiğini söyledi, bazıları direkt senaryolaştırmasını ama Yula, bunları pek dinlemedi. Ona göre bu hisleri, gördüklerini tam anlamıyla yansıtacak kimse olamazdı. Kendi kaleminden çıkacak olan bir roman dahi bunu başaramazdı. Dediğimiz gibi zaman akıp gitti, Yula'nın bu hikaye gününü bitirmesine neden olacak o gün gelip çattığında ise zihinlerdeki kitabın son sayfası yazıldı.

KarmaWhere stories live. Discover now