3. bölüm

1.8K 206 100
                                    

"Benimle dalga mı geçiyorsun sen?"

Jimin başını iki yana sallayarak inkâr etti. Kafasında kurduğu şeyler yüzünden yanlışlıkla adının Maşa olduğunu söylemişti ve karşısındaki kişi deli olduğunu sanıyor olabilirdi. "Adım, Jimin. Buraya Amerika'dan geldim. Yardıma ihtiyacım var, bana yardım et, lütfen bayım."

"Benim de huzura ihtiyacım var."

Adam kapıyı kapatacakken kolunu tuttu. Galiba bu hareketiyle onu sinirlendirmişti. Adamın çenesi kasılmıştı. Yavaşça kolunu bıraktı. "Yaşadığım panik yüzünden saçmaladım. Beni dinlersen eğer hak vereceksin." Derin bir nefes aldı. "Bak, biraz önce bir ayıyla karşılaştım ve o ormana tekrar dönemem, lütfen."

"Nasıl bir delisin sen? Ya da seni kim gönderdi? Beni nasıl buldunuz?"

Jimin kendini anlatamadığı ve hâlâ korktuğu için ağlamaya başladı. "Ben, kim olduğunuzu bilmiyorum bayım. Deli değilim, sadece arkadaşlarım beni burada bırakıp gitti."

Adam alayla güldü. "Bu da beni ilgilendirmiyor, nerden geldiysen oraya geri dön. Koca ayı ile sana iyi şanslar, Maşa."

Adam karavanın kapısını kapattığında yere çöküp daha çok ağlamaya başladı. Ormana geri dönemezdi, ayı vardı. Ve bilmediği bir sürü daha vahşi hayvan.. Bu kaba tutumlu adamdan medet ummuştu fakat, adam onu bu vahşi doğa da yalnız bırakmıştı.

Adam, karavanın penceresinden küçük adama baktı; yere çökmüş içini çeke çeke ağlıyordu. Fazla gürültülüydü. Yüzünü inceleyecek kadar zaman bulmuştu; minik bir burnu, çekik gözleri, dolgun dudakları vardı. Güzel bir adamdı, buna şüphe yoktu.

Çoğu erkeğin, böyle narin bir yüzü olmazdı ama bu adamın vardı. Burnu ve dudağının çevresi ağlamaktan kızarmıştı. Korktuğu ise çok açıktı.

İçinden küfür ederek poşetten çikolata aldı ve derin bir nefes vererek kapıyı açtı. Alması için çikolatayı uzattı, "Ye."

Jimin'in gözleri yaşlardan değil, mutluluktan parladı. Hemen çikolatayı aldı. "Çok teşekkür ederim."

"Seni dinleyeceğim."

"Ne?" Jimin'in şaşkınlıktan ağzı açıldı. Ne değişmişti? Tabii ki sormayacaktı. Ağzından bir şey kaçmadan sustu. Hemen ayağa kalktı.

"Sen şuraya otur," diyerek kamp sandalyesini gösterdi adam. "Ben hemen geliyorum."

"Tamam." Jimin oturup çikolatayı açtı ve burnunu çeke çeke saniyeler içinde çikolatayı bitirdi.

Adam elinde ikinci bir kamp sandalyesiyle çıkarken şaşırdı, onun uzun süredir aç olma ihtimalini düşünüp poşetten iki çikolata daha aldı ve onun yanına geçip sandalyeyi açtı. Oturduktan sonra çikolataları masaya bıraktı. "Anlat."

"Ben, üniversite için Amerika'ya gitmiştim-"

"Hayat hikâyen sana kalsın, burada ne işin var onu söyle. Ayrıca, Kore'li olduğun çok belli, neden ingilizce konuşuyorsun?"

Jimin şaşırdı. "Aman Tanrım! Sen de mi Korelisin?" Korece konuşmaya başladı.

"Evet, ve bağırma."

Jimin dudaklarını büzdü. "Üzgünüm. Çok uzun zamandır kendi ülkemden biriyle konuşmuyordum." Güldü. "Aslında görünüşünden anlamalıydım ama o an ki panikten bunu atlamışım. Hem sen de ingilizce konuştun?"

Adam gözlerini devirdi. "Lafı hep uzatır mısın?"

Jimin başını salladı. "Bazen. Yani, evet. Adın ne? Hitap etmek için."

Dauphine | Jikook Where stories live. Discover now