☘︎

331 32 20
                                    

Hareketli birkaç günün ardından gelen sakin bir gün, Atsushi'nin rahatlamasını sağlamıştı. Kimse ona Lucy olayı ile ilgili bir şey sormaz olmuştu, ara ara o olaydan bahsedildiğinde ise duymamazlıktan geliyordu Atsushi.

Lucy günlerdir hastanedeydi. Hala onu ziyarete gitmemişti. Gitmesi gerekirdi fakat hala tereddüt ediyordu birkaç nedenden dolayı.

Öte yandan Akutagawa, değil onu ziyarete gitmek, Atsushi'nin ağzından onun adını dahi duymak istemiyordu. Bu konuda fazla ciddiydi ve arkadaşını resmen kısıtlıyordu.

Atsushi'nin bir tarafı da Akutagawa'yı haklı bulduğu için onu dinlemeye karar vermişti. Atsushi, resmen Akutagawa'ya itaat ediyordu bu aralar. Evet yanlış duymadınız, itaat. Akutagawa ne derse tamam diyordu Atsushi.

Akutagawa ise Atsushi bu denli etkisi altına aldığının farkında değildi. Devamlı olarak "onun iyiliği için" olan şeyleri sıralıyordu ve Atsushi de bunları yapıyordu.

Kyoka bu ikisinin kendisinden bir şey sakladığını çoktan anlamıştı ve bu yüzden de birçok kez kavga etmişlerdi. Ama şu an hala arkadaşlardı ve beraber takılıyorlardı. Aralarının tamamen bozulması için birbirlerini falan öldürmeleri gerekti sanırım.

Kyoka, bu iki oğlanın başbaşa aynı odada kalması yüzünden iyice tedirgindi. Çünkü onlara güvenmiyordu. Hayır, o Akutagawa'ya güvenmiyordu.

Akutagawa bu aralar çok garipti ve Kyoka'nın deyimiyle, sürekli "Atsushi'ye yiyecek gibi" davranıyordu. Atsushi arkadaşlarıyla konuşurken bir dakika yanından ayrılmıyordu, onu tek başına bir yere göndermiyordu. Ve devamlı olarak onunla başbaşa kalmaya çalışıyordu.

Kyoka olsa, buna "aşk" derdi. Ama bunun arkasında başka bir gerçek olduğunu düşünüyordu. Belki de Akutagawa'nın cinsel arzuları ortaya çıkmıştı?

Bilmiyordu. Şu an Atsushi ve Atsushi'ye olacak şeyler için endişe duyuyordu. Ama belki de, Atsushi'ye hiçbir şey olmazdı. Kimse geleceği bilemez.

Lucy'nin ailesi, kızlarının bu hale gelmesinden dolayı bayağı bir korkmuşlar ve travmaya dönüşmüştü sanki bu korku. Lucy'nin annesi, sürekli bahçede kızının kanlar içinde yatan bedenini görüyordu.

Okula gelip müdürle şiddetli bir tartışmaya girmişti. Kadın, kızının ordan sarhoş olduğu için kendisinin düştüğüne inanmıyordu, onu birinin ittiğini düşünüyordu. Bu sebeple de okuldaki öğrencileri suçluyordu ve müdüre gelip, "O suçluyu bulun. Öğrencilerinizi düzgün yetiştirin! Kızımı bu okuldan alacağım ve eğer suçluyu bulamazsanız sizden ve okulunuzdaki herkesten şikayetçi olacağım!" demişti.

Müdür tekrar öğrencilerden ifade alacağını söyleyip kadını göndermişti. Kadın ise şimdi bodrum katındaki odaya iniyordu, gereksiz birkaç eşyayı koymak için. Tozlu ve rutubetli bodrum katı iğrenç görünüyordu. Buraya en son birkaç ay önce girdiğini hatırlıyordu kadın.

Kapıyı açmaya çalıştı. Fakat bir türlü açılmıyordu. Elindeki eşyaları merdivene bıraktı ve iki eli ile kapıyı açmayı denedi.

Buna rağmen kapıyı açamayınca içerdeki kocasını çağırmaya gitti. Kocası ile birlikte tekrar aşağı indiler ve kapının önünde durdular.

Adam kapıyı açmayı denedi, "Ne olmuş bu kapıya böyle? Neden açılmıyor?" diye söylendi.

"Kilidi falan mı sıkıştı acaba?" dedi kadın. "Çilingir çağırmamız gerekebilir.

Adam bu kez kapıya tekme atarak kapıyı açmayı denedi ve sonunda kapı açılmıştı. İçerisi kapkaranlıktı, hiçbir şey görünmüyordu. Eşyaları koymak için içeri girdi adam. Kadın ise kapının önünde bekliyordu.

Işığı açmak için birkaç adım attı adam. Ayağına bir şey takılınca durdu. Ne takılmıştı? Hiçbir şey de göremiyordu ki!

Odanın ışığını açmayı başardığı da gördüğü manzara karşısında şok oldu. Kapının önündeki kadın, yüksek volümlü bir çığlık atmıştı. Adam ise ne diyeceğini bilmiyordu.

Yerde baygın bir kız yatıyordu.

Kaç gündür buradaydı ve buraya nasıl gelmişti? Yoksa ölmüş müydü? Adam yutkundu ve onun nabzını yokladı. Atıyordu ama çok yavaş. "Yaşıyor! Hemen ambulansı ara!" dedi karısına. Kadın artık böyle şeylerin fazla olduğuna karar vermişti ve kafayı yemek üzereydi.

Ambulans geldi, kızı hastaneye götürdüler. Yoğun bakıma kaldırılmıştı. Sorun şu ki, kızın üstünden kimlik ya da hiçbir şey çıkmamıştı ve adamla kadın bu kızı tanımıyordu.

Polisler gelip gizemli sırrın perdesini aralamak adına evi tekrardan incelemeye aldı. Kadın artık evinin lanetli olduğunu düşünmeye başlamıştı ve kocasına, değil bu evi terk etmeyi ülkeden gitmek istediğini söyledi. Bu da biraz abartı değil miydi?

Bir kızın bulunduğu haberi okula kadar gitmişti. Çocuğun birisi koşarak sınıfa girdi, "Lucylerin evinde birisini bulmuşlar!" diye bağırdı.

Kayıp Yuan'ı arayan arkadaşlarından birisi ayağa kalkıp, "Yuan günlerdir yok! En son o evde görmüştük! O olmasın?" dedi.

"Aman Tanrım." Çocuklardan birisi konuştu. "Eğer bu oysa iyi haber."

"Hemen hastaneye gitmeliyiz." dedi haberi söyleyen çocuk. Hepsi birden çantalarını topladı ve sınıftan çıktılar. Koridordaki öğretmen onları görmüş ve nereye gittiklerini sormuştu.

"Sanırım Yuan bulundu!" dedi kızın birisi neşe ile ve diğer arkadaşlarının yanına gitti.

Hastaneye paldır küldür girmişlerdi, girer girmez hastane çalışanlarından da bir uyarı aldılar ve hemen hastanın kaldığı odayı öğrendiler.

Yoğun bakımda olduğu için onları odaya sokmamışlardı, sadece koridordan odanın içinin görünmesini sağlayan pencereden bakabiliyorlardı.

"Bu şekilde anlayamayız." dedi çocuklardan birisi. İçerde yatan kızın yüzünde oksijen maskesi vardı, üstünde hastaların giydiği hastane kıyafetleri. Kafasında ise saçlarını kapatan bir bone vardı, anlaşılan saçları toplanmıştı uzun olduğu için.

"Ama içeri girmemize izin vermiyorlar." dedi ve iç çekti siyah saçlı bir kız. Çocuğun biri sinirle duvara tekme atmıştı, duvarda çıkan ayak izine baktı. "Arkadaşımız olup olmadığını bile anlayamıyoruz."

"Aptal! Neden tekme atıyorsun? Bak ayak izin çıktı!"

"Çok umrumda ya şu an!"

"Susun ikiniz de!" dedi içeriyi izleyen kız. "Etrafı kolaçan edin, gizlice girip bakacağım."

"Yakalanırsan?"

"Umarım yakalanmam. Eğer birinin geldiğini görürseniz bana işaret edin." dedi ve içeri girdi hızlıca. O sırada arkadaşları da gözcülük yapıyordu.

Yatakta yatan kıza yaklaştı. Yüzünü seçmeye çalıştı ama gerçekten o maske varken çok zordu. Yavaşça bonenin bir kısmını açtı saç rengine bakmak adına. Pembeydi, tam da Yuan'ınki gibi. Boneyi eski haline getirdi ve oksijen maskesini hafifçe kaldırdı, baktı ve hemen geri taktı. İnanamıyordu. Bu gerçekten onların aradıkları arkadaşıydı. Hızlıca çıktı odadan.

"Ne oldu? Kimmiş?"

"Y-Yuan! O Yuan!"

Herkes rahat bir nefes aldı. Şimdi asıl sorun, Yuan'ın yoğun bakımda olmasıydı. Ordan kurtulmasını umut etti herkes.

O bodruma nasıl kilitlenmişti orası ise tam bir muamma.

𝙺𝚊𝚕𝚋𝚒𝚖𝚍𝚎𝚔𝚒 𝚂𝚎𝚜 || soukoku ✓Where stories live. Discover now