Gece 7: Öleceğim sandım...

96 15 0
                                    

Sesli ortamlar hep germişti Jin'i. Mağazaya bile gitmekten çekinir çoğu zaman internetten alışveriş yapardı. Şimdi içinde bulunduğu durumda huzursuz olmaması imkansızdı. X'ten (Y/N: Evet ad bulamadım üzgünüm) döndüğünden beri yüzüne bakmayan ailesi, tanımadığı bir sürü aile arkadaşı, akrabalar ve lanet olası müzik.

Gelin ve damadın yeminleri sonrası öne eğdiği başını yukarı kaldırdığında gözleri annesi ve babasının gülümseyen yüzlerini karşılamıştı. Annesi, küçüklüğünden beri onunla neredeyse hiç konuşmazdı babası ileyse sadece para için konuşurlardı. Jin iş bulduktan sonra o iletişimlerinide kesmişlerdi. Kalbinde bir şeylerin sıkıştığını hissetsede günü kolay atlatabilmek için duygularını görmezden gelmesi gerektiğini biliyordu. Onlara doğru gelen teyzesi ve kocasını görmesi ile derin bir nefes aldı.

Kadın annesi ile sarılmış, annesi ise onu tebrik edip tekrardan yerine oturmuştu. Babası. Babası, hiç dikkatini çekmiyordu Jin'in tek odak noktası masa örtüsünün üzerindeki kareler olmuşken teyzesinin konuştuğunu fark etmemişti bile.

"Jin, oğlum görüşmeyeli uzun zaman oldu." Oğlum. Jin'in içine yara olan bu kelimeyi bu kadının kolayca sarf etmesini Jin'in bir anlıkta olsa burnunun ucunu yaktı. "Merhaba teyze. İş güç gelemedim." Kadın gülümseyerek ona bakarken Jin'in annesine attığı kaçamak bakış onu iyice yaralamıştı. Annesi ona bakmıyordu bile sanki kendi kızına bakarken büyülenmiş bir anne gibi Jin'in kuzenini izliyordu. Jin teyzesine kısa kısa cevaplar vererek onu bir şekilde geçiştirip yerine oturdu. Herkes başka birine bakıyor, gülümsüyor, konuşuyordu. Bir kaç insanın bakışlarını üzerinde hissetmesi onu iyice gererken kalabalık masada hissettiği yalnızlık ona Namjoon'un sözlerini hatırlattı:

"Yalnızlığına yalnızlığımı katayım." Jin'in birden aklını sorular bastı. Namjoon sabah uyandıktan sonra bir şey yemiş miydi? Gece yorulduğu için yatmış mıydı? Sadece bir kaç kelime etmesine rağmen o kadar yorgun hissediyordu ki kendisini bir nefes verip Ha-Na'nın yanına gitmek için tekrar ayaklandı.

"Ha-Na tebrik ederim. Ben gidiyorum umarım çok mutlu olursunuz beraber." Bir çırpıda konuştuğunda Ha-Na şaşırmış fakat Jin'in yüzüne gülümseyerek dileklerinin onun içinde aynısı olmasını dilemişti. Jin ise Namjoon dışında herkese gösterdiği sahte gülümsemesini yapıp düğünden ayrıldı. Düğünden ayrıldığını kimse fark etmemiş anne ve babası umursamamıştı bile. Aklı allak bullak olmuştu. Uzun süreden sonra ailesini görmek zihnine ve kalbine yeterince zarar vermişti. Sadece bir sese ihtiyacı vardı. Tek bir sese.

Namjoonie aranıyor...

Bu sırada Namjoon ise kendi evine geçip evdeki işlerini halletmeye koyulmuştu. Çok iş vardı. Oda toplanacak, dışarıdaki odunluk düzenlenecek, kuruluğa koyduğu el arabasının paslı demirleri boyanacak... Ya da bunlar sadece Jin'i ve onun nasıl olduğunu düşünmemek için aklında uydurduğu bahanelerdi. Çalan telefon sesiyle boyalı elinin tersiyle alnını sildi. Arayanın Jin olduğunu görünce heyecanla ve aynı zamanda içine dolan korkuyla açtı telefonu. O geceki halini bir daha görmeye yüreği dayanmazdı.

"Alo Namjoonie" Jin dile getirdiği isimle bile içindeki tüm stresin uçtuğunu hissederken, Namjoon'un sesini duyduğunda mutlu olduğu bile söylenebilirdi. "Alo hyung düğün bitti mi?"

"Hayır ama ben çıktım. Sesini duyayım istedim." Düşündüklerini dile vurduğunu fark edince utandı. Telefonun diğer ucundaki Namjoon ise aldığı bu itirafla gülümsemiş "Peki hyung. Yemek yedin mi?" diyerek onu gafil yakalmıştı. Jin yemek yemekten nefret ettiğini sanıyordu ama bunun bir yalan olduğunu Namjoon sayesinde keşfetmişti. "Gelince yemeği beraber yesek olur mu?" Namjoon derin bir iç çekerek: "Hyung sen gelene kadar en az iki buçuk saat geçecek en azından atıştırmalısın." Jin onu onaylasada dediğini yapmadı ve otogarda buluşmaya anlaşıp telefonu kapattılar.

Just a Two Of Us // NamjinWhere stories live. Discover now