2.BÖLÜM:DEJA VU

4.5K 288 259
                                    

Bazen olmadık yerde, olmadık anılar düşüverir aklınıza. Geçmişe gidip sizi yaralayan olayları tekrardan yaşamak zorunda kalırsınız. Oysa ki kimse, acı günlerini hatırlamak istemez. Aklımızın bize oynadığı oyunlar, hafızamızın silinmeyen illet tarafları ile iş birliği yapıp bizi bir kötülüğün daha kucağına atar.

Altı yaşımda annemi kaybetmiştik. Öyle normal bir kazada, günlük hayatın telaşesinden çıkan bir olaydan değil. Serdar ile bahçede oynadığımız saklambaç oyunu bir çığlık ile bölünmüştü. İnsan annesinin, acılı bir çığlığını duymamak için kırk defa can vermeyi kabul edebilirdi. O gün çok anlamamamıştım o çığlığı ama aradan 17 yıl geçti, o çığlık hala kulaklarımda.

Koşarak yanıma gelen Serdar sıkı sıkı ellerimi tuttu. Beni bahçedeki toplanmış çalılığın dibine oturttu. "Sakın ben gelene kadar buradan çıkma, tamam mı? Sen saklanmaya devam et, ben seni bulacağım." Beni inandırmak için saymaya başlaya başlaya ilerlemişti.

Kaça kadar saymıştı da bu kadar uzun sürmüştü bilmiyorum. Ama ben orada saatlerce beklemiştim. Çocuk kalbi bu ya, bilmese bile bir şeyler olduğunu hissedebiliyordu. Ben de hissetmiştim. Korkudan olduğum yere sinmiş, sözde Serdar'ın beni bulmasını bekliyordum. Ambulans geldi, polisler geldi. Hava karardı ama Serdar beni bulmadı. Çalılığın dibinde beklerken, biraz üşümüş, biraz da acıkmıştım. Ne tuhaf şey değil mi, her gün sizi ısıtan, doyuran insan gittiğinde bile hala üşüyor ve acıkıyordunuz. Madem biri hayatımızdan çıkıp gidiyor, öyleyse onun bize kazandırdığı, hissettirdiği duygular da çekip gidiversin. Bizi daha fazla yaralamasın. Eksikliğini hissettirmesin. Hissetmiştim, gittikçe üşüyen bedenim annemin benden uzaklaşması yüzündendi. O günden sonra bir daha eskisi gibi ısınamamıştım zaten.

Bir süre sonra Serdar'ı gördüm, karşımdaki ağacın dibine oturmuş, hüngür hüngür ağlıyordu. İçi dışına çıkar gibiydi. Onun o ağlayan suratını görünce dayanamayıp ben de hıçkırarak ağlamaya başlamıştım. Oturduğum çalılık dibinden hızla kalktım ve Serdar'ın yanına koştum. Ayak ucuna oturdum. Beni görünce şiddetlenen ağlaması, kaşlarımı çatmama neden oldu.

"Ağlama, tamam beni sobeledin sayacağım. Sen kazandın." Ona sarılarak ağlak sesimle bu cümleleri kuruyordum. Serdar içini çeke çeke ağlıyordu. On iki yaşındaydı henüz. Sırtına yüklenmiş bu yüklerle baş etmek için çok küçüktü. Annesinin ölü bedenini görmek için çok küçüktü daha. Bir başına kalmıştı hem de küçük kız kardeşiyle. Omzundaki o ağır insan yüküyle. O gün yeniden yazılmıştı Serdar'ın hikayesi. İlk acısı olabilirdi ama asla son değildi.

🍂

Ağabeyimin ağzından tek bir kelime dahi çıkmamıştı. Hâlâ bakışları yerde, neler yapabileceğini düşünüyordu. Gözlerimi Olgu'ya çevirdim. Kendini beğenmiş tavrı hala yerini koruyordu. Göz göze geldiğimizde, sadece bir kaç saniye tutmuştu bakışlarını üzerimde. Sonrasında yaslandığı pencere pervazından uzaklaştı.

"Serdar, senin kararını bekleyecek vaktim yok. Şu an bana bu görevi veren ekip buraya bir dinleme cihazı ve kamera yerleştirmemi bekliyor." Hayretle yüzüne baktım. Bu adam tam olarak kimdi? İstihbarat çalışanıyım demişti fakat anladığım kadarıyla ağabeyimle iş yapmak isteyen mit değil, bu adamın kendisiydi.

"Köstebek misin sen?" Belli belirsiz çıkan sesim, ona ulaşmaya yetmişti. Bir süre bakışları gözümde sabitlendi. Yüzümdeki meraklı ifade, ondan bir an önce cevap beklediğimi gösteriyordu.

"Köstebek demeyelim, hoş bir izlenim vermiyor." Suratını buruşturdu. "İşime gelen şeyleri kendi lehime kullanıyorum. Yalnızca bu. Her zaman onların değil, bazen de kendi yararımı gözetiyorum." Ellerini ceplerine yerleştirdi ve cevap arar bakışlarını yeniden ağabeyime dikti.

ARMONİKAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin