60 saniye

196 21 1
                                    

"aman aman, kimler buradaymış kimler! şuna bakın! yeonjun'un ekürileri burada arkadaş gecesi mi yapıyor? hem de başrol olmadan?"

buradaydı, buradalardı.

sik kafalı yeonjun ve sik kafalı orospu çocuğu jaehyun buradaydı. birazdan bu küfürleri sesli söyleyecektim.

ben ayağa kalkıp bir şey söylemek üzereyken soobin benden önce davrandı.

"ne işiniz var sizin burada?"

fazla sakin olması beni rahatsız edince elimi soobin'in karnına doğru koyup hafifçe geri ittim onu. herkes bana tuhaf ve endişeli gözlerle bakarken hedefim jaehyun'u boğazlamaktı. fakat ondan önce, başka bir şey yaptım.

yeonjun'a baktım, beşimizden de biraz daha uzakta, çıkış kapısının oradaki duvara yaslanmıştı. bizden tarafa bakmıyor olsa da gözlerine belli belirsiz bir pus, bir hüzün hakim gibiydi. yanımıza gelmeye yüzü yok derdim de, bütün bu yaşananlar, yeonjun'un kaç tane yüzü olabileceğini gayet güzel göstermişti bana. görünüşe aldanmamak lazım.

yüzüm onu geçip tekrar jaehyun'a döndü. ellerimi, her ne kadar tiksinsem de boğazına sarıp bağırmaya başladım.

"bir kez daha mı kırılsın istiyorsun bileğin? dayak mı istiyor canın orospu çocuğu? niye buradasınız ha?!"

"beomgyu."

duydum, çok uzun bir süreden sonra, ağzından ismim çıktı ve ben, jaehyun'a zarar vermeyeyim diye kavradığı bileğimi hissetmiyordum resmen.

"kavga etmeye gelmedik. bir şeyler içip gidecektik, saçma bir tesadüf oldu. olay çıkarma."

bu ses tonu belki de arkadaşlığımız boyunca yeonjun'un çıkardığı en sakin ve yalvarır ses tonuydu. gözleri ise benimkilerle buluşmak konusunda oldukça çekingen olacak ki, bir kez baktı mı bir kez daha bakmamak için savaş veriyordu. söylediğim gibi, yüz ifadesinde de hafif bir hüzün ve bıkkınlık vardı.

hiçbir şeyi değişmemişti ve bu beni gerçekten yoruyordu çünkü ben çok değişmiştim, gerek görünüşüm, gerek psikolojim, hareketlerim... sadece ben de değil, yeonjun'un hareketleri hepimizi değiştirmişti ve aslında bir nevi olgunlaştırmıştı da.

"bırak yeonjun, bırak da çocuk hevesini alsın. hâlâ onu sevmediğime katlanamıyor olmalı."

bu, benim için bardağı taşıran son damlaydı. diğerleri de bunu fark etmiş olacak ki hemen ayaklanıp arkama geçtiler.

"yeter artık jaehyun, şu aptal şeyi söyleyip durma!" tam kolumu kaldırıp saldırıya geçmek üzereyken yeonjun kolumu havada yakalamış ve belimden tutup yerlerimizi değiştirerek jaehyun'a bağırmaya başlamıştı.

özlemiştim, lanet olsun ki şu hiç bir duygu kırıntısı barındırmayan dokunuşlarını dahi özlemiştim.

ama o an beni ele geçiren duygu özlemden çok, şaşkınlıktı haliyle. yeonjun, jaehyun'un evcil köpeğiydi bizim gözümüzde. ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordum.

"bir şeyler içer, gideriz dedik. öyle yapalım. kimsenin huzurunu bozma. içelim, gidelim."

jaehyun'un yüzündeki pis sırıtış daha da büyümüş ve artık cidden tiksinç bir hal almıştı. "vay yeonjun vay, arkadaşlarına da laf söyletmezmiş. halbuki ben istemiyorum diye vazgeçtin sanmıştım onlardan. evde konuşacağız merak etme."

ev.

yeonjun'un, jaehyun'la yaşadığı bir evi vardı demek.

bir süre önce benim için ev demek, yeonjun demekti. yeonjun için ise ev demek, jaehyun demekti.

jaehyun onu korumayacaktı, zarar verecekti, hatta veriyordur da. jaehyun kerpiç, yığma bir evdi. yağmurda ona sığınmak yerine ondan kaçacağınız bir ev. en küçük depremlerde hemen yıkılacak bir ev.

her ikisi de bize şöyle bir baktı ve barın çıkışına doğru ilerlediler. o esnada yeonjun'u bir şey dürttü sanki, emin adımlarla geri dönüp yanıma geldi. kulağıma, "bir gün beni anlayacaksın beomgyu, seni temin ederim. yeonjun haklıymış, demeyeceksin elbette. yeonjun'un benim elime ihtiyacı var, diyeceksin. özür dilerim."

monochrome diamonds | yeongyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin