ÜÇÜNCÜ KISIM: BİR SİYAH FANİLA İÇİN

4 0 0
                                    

Kadıköy vapuru bir lodos dalgası gibi şiddetle çarparak köprüye yanaştı. Evvela bir iki cesaretli kendini iskeleye fırlattı. Arkasından sarsıntıyla çözülüp içindekiler dağılan bir kırpıntı bohçası gibi alacalı bulacalı bir kalabalık söküldü.

Kısa lacivert etek, beyaz bere giymiş, uzun burunlu, gözlüklü, elindeki çantasından mektepli, hatta darülfünunlu olduğu anlaşılan bir hanım kız İstanbul tarafına yürüdü. Tam Ada iskelesinin yanından geçerken kulağının dibinde birisi bağırdı:

-Boyyalıııım!.. Ayna gibi... Küçük hanım tozunu alalım!..-

Mektepli kız tozdan beyazlaşan iskarpinlerine baktı, o tarafa yürüdü, sildirdi.

Sandığın üstüne bir yüzlük atıp giderken boyacı arkasından seslendi:

-Güzin Hanım!.. Beni tanımadınız mı?..-

Güzin Hanım hayretle döndü. Bu eski püskü elbiseli, siyah fanilalı, ince kumral bıyıklı külhanbeyini süzdü. Evet, gözleri yabancı değildi, ama ne münasebet! Şiddetle başını salladı:

-Hayır!-

Öteki güldü:

-Azıcık gelir misiniz?..- dedi.

Güzin Hanım istemeyerek yaklaştı:

-Tanıyamadım dedim ya!-

-Düşünün bakalım!.. O kadar uzak değil canım... Söyle bir sene evvel... Ömer... Mülkiyeli Ömer!..-

-Ömer!.. Sahi sen misin?..-

-Ha bileydin şunu!..-

-Fakat bu ne hal?..-

-İşte böyle Güzin abla, boyacılık yapıyoruz!..- Öteki hala inanamıyor gibiydi.

-Hani seni bir yere kaymakam yapmışlardı ya?.. Neydi oranın ismi?.. Tuhaf bir şey canım... Adana mıydı?..- -Adana kaymakamlık değildir!..-

-Peki, nasıl oldu bu? Anlatsana!..-

-Tuhafsın be Güzin!.. Burada olur mu?.. Dur yahut, gel şuraya girelim!..-

Beraber yürüdüler, Ada iskelesinin ikinci mevki bekleme salonuna girdiler... Tahta kanepelerden birine yan yana oturdular. Ara sıra kapıdan uzanıp bakanlar, sandığını yanına koymuş genç bir boyacıyla gözlüklü bir mektepli kızın hararetle konuştuğunu görüyorlar, acayip acayip başlarını sallayarak çekiliyorlardı.

Erenköy'üne gidiyormuş kadar basit ve üzüntüsüz, İstanbul'dan ayrıldım. Öyle Pendik'i geçince içime bir gariplik falan da çökmedi; gittiğim kazayı, staj gördüğüm vilayetin ufak bir numunesi gibi tahayyül ediyor, -İki sene oturmaktan ne çıkar?..- diyordum, -İnsan pişkinleşir, hayatı anlar!-

Kasaba, istasyona üç saat uzaktaydı. Ancak gece yarısı gelebilen köhne forda binerken şoför:

-Yollar bozukçadır beyim- dedi, -birkaç yerde ineceğiz!-

Bu laf biraz zihnimi bulandırdı.

Yarım saat ancak gitmiştik, birden durduk.

-Yolu kaybettik!..- dediler.

-Şose yok mu?..-

-Var ama tamir ediliyor, otomobil geçmez!..-

-Ne yapacağız?..-

-Yolu arayacağız!..-

Gece zindan gibiydi. Otomobil karanlık bir odaya kapatılmış bir kedi gibi alevden gözleriyle dört tarafa atılıyor, duruyor, geriye dönerek tekrar koşuyordu. Ova düzdü. Zulmet (karanlık) göz alabildiği kadar uzuyordu. Tam iki saat böyle kah otomobille, kah inerek fenerle dolaştık. Nihayet yol dedikleri birkaç araba izini bulabildik.

Bütün Öyküleri IWhere stories live. Discover now