iki : her lanet, bir mürvetle cezalandırılır

14 2 10
                                    

bu hikayenin her bir bölümünde 'işte şimdi her şey başlıyor' diyebileceğim için çok heyecanlıyım. ritmi asla düşmeyecek bir kurgu bu. henüz kimse yok ama dolup taşacağımızdan da eminim, keyifli okumalar <3

Yoğun bir sis bulutu kasabanın göğüne çökmüş, çiçeklerin rengini elinden almıştı. Her gün dönümünde, bunun bir öncesinden farklı olacağına dair yeminlerle süslenen dudaklar şimdi yorgun bir sessizlikle başlarına çöreklenmiş bulutun gidişini kıyamlı bir gösteriyle bekliyordu. Toprağın kökleri nankörce solmuş, kara sise boyun eğmiş gibi, bir meyveden noksan dallar gözünde yaşlarla büküldü, kız kardeşi için sabahı akşam ettiğinin farkında olmadan yanaklarını kurulamayan oğlan gibi.

İnsanın da dalları bükülüyor, bedeni sis altında kaybolup gidiyordu, çaresiz bir bekleyişten daha acısı, bu bekleyişin bir umut habercisi olmadığıydı, işin sonunda her daim daha çok gözyaşı akacaktı ve vermekten çekindiğimiz nefesler, kara haberin ömrünü uzatıyordu yalnızca.

Küçük ahşap evlerin süslediği çamlık alanın boş yolları Amerikanvari bir esinti veriyordu, bir kitabın baş karakteri olsaydı eğer, şimdi uzandığı yatakta doğrulup, dışarıda hafif hafif atıştırmaya başlayan yağmuru seyre dalarken bir klasik açıp okuyabilirdi genç kız. Elindeki kupada kaynar sütle karıştırdığı sıcak çikolatası, kulağında 2010ların başından bir şarkıyla, kulaklarına dolan yorgun adamın sesini ilhamı bilerek bağdaş kurar, pencere pervazına yetmiş iki sene boyunca yaptığı gibi, tüm dünyasını sığdırıp oradan göğe açılabilirdi.

Ve onun bunları yapmak yerine kapalı gözleriyle üç gündür uzandığı yatakta solgun nefesler alışı, Karanlı'yı yağmura, onu izleyen gözleri ise yaşlara boyamıştı. Bir kasabanın yağmur damlalarıyla yıkanıp kendine gelmesi olağandı ancak başından ayrılmayan kardeşi için aynı şey söz konusu değildi, tüm klişeleri yıkıp güçlü erkek rolünü bir kabuk gibi üzerinden sıyırmıştı oğlanın, yanakları kurumuyor, gözleri kırpılmıyordu. Kardeşinin canı için ettiği her bir dua, dudaklarından havalanıp boynuna dolanıyordu, dağılmış saçlarının alnını buğulandırdığını ve kelimelerinin uykusuzlukla yoğrulduğu için anlamını yitirdiğini bile farketmedi.

Yaşadıkları tüm zaman boyunca birbirlerine söyledikleri tüm dalga yüklü kelimeleri, şakaların dozunun artıp başlarnı döndürdüğü zamanı hatırladı. 'Eski toprak' diyordu kız kendine, anıların birinde. Parlak göğe bakıp iç çekiyordu ve ekliyordu ayaklarını uzattığı sonsuz çimenlikte. 'Senelerdir ne gök değişti ne biz, baksana ahretlik iki dost gibiyiz onunla, bizi yanına almaya hiç hevesli değil oysa.'

Gökyüzünün nankör olduğunu düşünüyordu ve bunu inkar etmekten çekinmiyordu, herkes verdiğini alırdı fakat göğün acelesi yok gibi, onlara seneler bahşetmişti. Bazen bu kadar yaşamayı hak etmediklerini, bazı zamanlar ise saçlarının beyazlayacağı zamanlara kadar ömrünü tüketmek istediğini, bir haksızlık çemberinde koşturulan sıçanlar gibi hissettiğini söylerdi.

On sekizlik bir beden için yetmiş iki koca sene.

Yetmiş iki koca saat ve gözlerini açmayan kızın soluk bedeni, hiç ait olmadığı bir yatakta, hiç bilmedikleri bir evin çatısının altında uzanıyordu, soğuk ellerini tutan kardeşinden habersiz bir biçimde.

Üç gün dönümü, üç batıdan gelen güneş ve üç gündür dudakların mıhlı duvarlarındaki örgüyü aşındıran tanıdık dualar, ne aynı dile ait ne aynı dine. Eğilen her bir boyun, zamansızlık tanrısının yeni bir kuluydu. Kimse göz pınarları kurumayan oğlan çocuğuna tek kelime etmiyordu, sözlükteki karşılığı boşluktan ibaretti bu acının. Henüz tarif etmek için yeterli acıyı çekmemişti sanki. Öyle ki, canından bir parçayı koparıp kızın dudaklarına dikmek, ona yeni bir ömür biçmek istiyordu genç çocuk.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: 7 days ago ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

yirmi dokuzdan önce Where stories live. Discover now