0.2

228 32 11
                                    



Biten sigaramı söndürürken gergindim. Jeongin, ona cevap vermeden oturmama takılmamıştı. Yanımdan da kalkıp gitmemişti. Belki bir beş dakikadır yanımdaydı ama gerginliğim yüzünden saatlerdir burada oturuyor gibiydim.

"Defterin," kapalı defteri bana uzattı. "Arkandan seslendim ama durmadın. İçinden düşen bir yaprağı da sıkıştırdım." ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. "Chan'ın resmini diyorum." anlamadığımı düşünmesi komiğime gittiği için güldüm.

"O defterde başka birinin çizimi yok Jeongin." sonunda gülmem durduğunda dediklerimden şaşırmışa benzemiyordu. Zaten içini görmüştü. Bunu benden saklama çabasına girmemesi hoşuma gitti.

"Neden o?" sınırını aştığını kendi de farkında olarak devam etti. "Haddimi aşmak istemem ama merak etmeden yapamadım. Yani okulda ilişki konusunda en güvenilmeyecek insan değil mi sence de?" Chan hakkında herkesten çok şey bilmesi şaşırtıcı değildi. Sonuçta Jisung'un eski sevgilisiydi. Eh, Jisung'un düşük çenesini hesaba katınca taşları yerine oturtmak zor olmuyordu.

"Çoğu kişi Chan'ın tam bir green flag olduğunu söylüyor. Onlara katılmıyor gibisin." salağa yattım. O da bunu anladı. Ama beni bozmadı.

"Tabi, her zaman nasıl oynaması gerektiğini bilen biri olmuştur." kafamı salladım sadece. Ne diyebilirdim ki? Haklıydı. Oyunu kuralına göre oynamak deyince Chan'dan iyisi akla gelmezdi.

"Ben de bir şey sormak istiyorum," tam devam edeceğim sırada esen sert rüzgar kapüşonumu açmıştı. Kore'nin dengesiz havasını tahmin etmek de mümkün olmuyordu. Savrulan saçlarımı toparlayıp tekrar kapüşonu taktım. Bu sefer bir elimle tutuyordum. "Kusura bakma, devam edeyim. Sen neden Jisung'tan başka biriyle olmadın bunca zaman?" benimle konuşmasından cesaret alıp haddimi fazlasıyla aşmıştım.

Tam şu an beni azarlayıp buradan gitmesi gerekiyordu. Ama düşündüğümü yapmadı. Kısa bir süre gözlerini üstüme dikti. Beni tekrar gerginleştirmeye yetecek bir süreydi bu. Gözleri saçlarımın gizlediği yüzümde oyalanınca sanki içini görür gibi hissettirdi.

Anladı, dedi içimden bir ses. İnsanlardan saklandığını anladı. Çok kısa bir an, Jeongin'in beni sorgulamasına yetmişti. Bunca zamandır beni neden görmediğini düşünüyordu belki de.

"Kalbimi açmaya mecalim kalmadı diyelim." bana yıllar sürmüş gibi gelen analizleri bitmiş olacak ki sonunda cevap verdi. Kafasında bazı şeyleri hala değerlendirdiğini anlıyordum. Umursamadım.

"İnsanların hakkında söylediklerine takılmıyor gibisin?" dediklerimi komik bulmuş gibi güldü. "Asıl sen insanların hakkında söylediklerini takmıyor musun?" onunla birlikte gülerken salaklığıyla eğleniyordum.

"Benim hakkımda konuşmuyorlar Jeongin, beni görmüyorlar bile." suskunluğunun sebebi dediklerim miydi, yoksa bunların doğru olduğunu anlaması mı bilemedim.

"Neden bu kadar sessizsin?" sorusuna nasıl cevap vereceğimi bilemedim. Zaten düşünmeme de gerek kalmadı.

"Hey, Jeongin!" Felix, sarı saçlarını savura savura yanımıza gelirken her zamanki gibi ışıldıyordu. Bu keyifli halinin sebebi de muhtemelen dersi asmasıydı. Böyle küçük ve saçma şeylerden çok fazla eğlence çıkarıyordu.

"Sen derse neden girmedin?" Jeongin, bunu gerçekten ciddiye aldığını belli edecek yüz ifadesiyle konuşurken Felix onu zerre takmadan yanımıza yaklaştı.

"Canım istemedi." omuz silken Felix'in bakışları sonunda bana döndüğünde gerildim. Ne yapacağımı bilemez haldeydim. "Selam, Felix ben!" elini uzatıp beklentiyle baktığında; yüzündeki o samimi ifadeden mi güven aldım bilmiyorum. Ama aynı şekilde elini sıkıp gülüşüne karşılık verirken buldum kendimi.

"Hyunjin." kısa cevabım onu tatmin etti. "Seni daha önce de görmüştüm. Bizim gibi hep sakin yerlerde takılıyorsun, dikkatimi çekmişti." beni fark etmesine şaşırdım. Çünkü Felix fazla sosyal ve dikkatsiz biriydi. Hemen hemen her zaman etrafında birileri olur ve onlara enerji saçardı. Bu kalabalığın arasında beni görmesi inanılmaz gelmişti.

"Yalnız olmayı seviyorum," dediklerim hoşuna gitmedi. Bakışlarındaki memnuniyetsizlik çok açıktı. "Saçmalama, ne kadar dikkat çekici biri olduğunu göremedikleri için yalnızsın! Kendini saklamayı kessen kim bilir nasıl pervane olurlar etrafında?!" heyecanlara söylediklerine gülümsedim. Ama ciddiye aldığım söylenemezdi. "Teşekkür ederim Felix, her zamanki gibi çok naziksin." "Her zamanki gibi? Nazik biri olduğumu mu düşünüyorsun?" biraz heyecanlı göründüğü için gülüşüm büyüdü. Jeongin'in göz devirişini fark ettim.

"Yani, çok açık değil mi? Etrafına neşe saçıyorsun." bunları dememle daha da mutlu olduğunu görmek beni iyi hissettirdi. Biriyle adam akıllı sohbet etmeyeli hatta birine güzel şeyler söylemeyeli epey oluyordu.

Ders süresi bitene kadar uzun uzun konuştuk. Okulun dedikodusunu yaptık -ki bunu yaparken Felix'in bildiğinden emin olduğum şeyleri söyledim-. Jeongin de bir süre sonra bize katıldığında gerçekten uyumlu bir üçlü olmuştuk.

Ne ara ders bitti ne ara insanlar çıkmaya başladı, hiçbir şey anlamadım. Ama kabul etmek gerekirse Felix'i de Jeongin'i de sevmiştim. İlk bakışta Jeongin'i seveceğime pek ihtimal vermemiş ve onu sadece planım için kullanmayı düşünmüştüm. Ama benimle o kadar ilgili konuşmuştu ki kendimi kötü hissetmiş ve onu gerçekten sevmiştim.

Zaten Jeongin de Felix de okulda fazla kusuru olan insanlar değildi. Zorbalık, ego, şımarıklık, şiddet... Bu okulda birçok sıkıntılı insan vardı ve hepsinin açığını az çok biliyordum. Aralarından en masum sayılabilecek ikili belki de onlardı. Tabi Jeongin soğuk karakteri yüzünden daha itici durabiliyordu. Ama Felix neredeyse tüm okulun gözünde güneş ışığıydı.

"Bak ne diyeceğim Hyunjin, bu hafta sonu saç bakım günüm var! Benimle gelmeye ne dersin? Hem sana da şöyle değişik, güzel bir şeyler yaparız!" Felix ayaklandığımız sırada ortaya bu fikri atmıştı. Okula doğru yürürken çok düşünmedim. Tam olarak ihtiyacım olan şey buydu: Değişik ve dikkat çekici bir şeyler.

"Neden olmasın? Ben de ne zamandır saçımı değiştirmek istiyordum." "Süper o zaman, sonrasında da Jeongin'i de alır bir şeyler içeriz!" Jeongin'e baktım. Sessiz kalmıştı. Felix ellerini birbirine heyecanla vurunca bunun iyi bir şey olduğunu anladım.

"Görüşürüz o halde." "Görüşürüzz!" Jeongin ve Felix aynı sınıfta olduklarından yanımdan ayrılırken ben de kendi sınıfıma ilerledim. Koridorun sonunda gördüğüm grup, normalde kendi hallerinde takılır ve beni görmezdi. Ben de rahat rahat geçer giderdim. Ama belki üç yıl içinde ilk kez fark edildiğimi hissettim.

Bang Chan, tam olarak gözlerime bakıyordu. Kim olduğumu anlamadığı açıktı. İfadesinde sadece merak sezmiştim. Gözlem yeteneğim de beni asla yanıltmazdı. Hızla elim saçlarımı buldu. Şu an değil. Dikkatini böyle çekmek istemiyorum.

Saçlarımla yüzümü hızla kapattım. Her zaman yaptığım bir şeydi o yüzden garip durmadığından emindim. Chan'ın da önüne dönmesi gereken andaydık ama tahmin ettiğim gibi olmadı. Bakışlarını yüzümden ayırmadan geçip gidişimi izledi.

Jeongin ve Felix'le saniyelik görünmem bile dikkatini çekmiş miydi yani? Yolda geçerken Jeongin'e çarpsam ve ayak üstü iki laf etsem de aynı şekilde bakar mıydı?

Sen değil, Jeongin ilgisini çekiyor. İçimdeki o korkunç, realist ses... Bildiğim şeyleri kendime kabul ettirmek için verdiğim o korkunç çabanın eseri. Kendimi ne kadar kötüye hazırlarsam o kadar az üzülürüm. Bunu biliyorum. Bunu umuyorum.

Sınıfa girer girmez sırama kafamı koydum. En ufak bir göz teması bile beni bu hale getirirken ben nasıl üzülmemeyi başarabilirim ki?

Belki de benim için en iyisi ondan sonsuza kadar uzak durmak olacaktır. Sonuçta kuracağımız herhangi bir yakınlıkta bağlanan ve ilgiye muhtaç kalan taraf, sonunda ben olacağım.

Ona istediğini vermemem gerektiğini tam da bu anda idrak ettim. Sonunda mutluluk olmadığını kabul etmem gerekiyordu sadece.

~~~~

looking at me | hyunchanWhere stories live. Discover now