24: Rise from the ashes

1.2K 118 176
                                    

Merhabaa ben geldim

Vee gidiyorum çünkü kör oldum galiba düzenlerken 🥲

Hepinize iyi okumalar dilerimm💜

Hayat, bir kumardı. Planlar üzerine oynanmış, büyük başarısızlıklara sahne olan trajikomik bir gösteriydi. Bense kaçıncı planımı başarısızca sonlandırmıştım artık sayamıyordum.

Zihnim yıkık dökük binalara benziyordu. Kendime ait parçalanmış alanım, yabancı biri tarafından işgal edilmiş gibiydi ve birinin orada kendine benimkinden daha kirli bir yer edinişi ilkti.

Sondu.

İçinde bulunduğumuz, bir saat önce kadar vardığımız otel, artık Meksika'da değildi. Çünkü gece Amerika sınırını geçmemizi sağlamıştı. Bunun kolay bir şekilde gerçekleştiğini söylemekse güçtü.

"Sınırlar tutulmuştur?"

"Artık sınırlardan daha önemli meseleleri var Kim."

Bunu rahatça dillendirmiş olsa da en ufak riske girmemişti. Yozlaşmış bir polisin sürdüğü araçta ilerlerken önce liman tabelasını görmüştüm. Sonra üzeri renk renk konteyner dolu dev gemilere doğru rahatlıkla; sorun yaşamadan ulaşmış, bizi bekleyen bir düzine adamla beraber okyanus üzerinden sınırı geçmiştik. Gece boyunca içinde bulunduğumuz dev gemide yaptığı telefon konuşmaları bitmemişti. Bu sırada ben gemideki üstü kapalı alanlardan birinde oturmuş, gözüme en ufak bir uyku tanesi bile düşmeden onu izlemiş, dinlemiştim. İspanyolca, İngilizce, Korece ettiği ayrı ayrı aramalarında yine İspanyolcayı anlamamıştım. Hoş, diğer iki dili bilmem de pek işime yaramış sayılmazdı. Duymamı istediği kadarını açık etmişti. Amerika'ya geçeceğimizi, oradan da Kore'ye gitmek üzere özel bir uçağın beklediğini, bunu günler öncesinden ayarladığını anlamıştım. Başka da bir şey duymamıştım. Otele girdiğimiz ilk anda elime tutuşturduğu kartla bizim için ayrılmış kral dairesine çıkmamı söylemişti. Onun dışında tek kelime etmeden girişte ayrılmış, peşime taktığı iki adamla yukarı çıkmamı sağlamıştı.

Şimdi ise buradaydım. Çektiğim yoğun acıyı unutmuş, oturduğum koltukta dizlerimi kendime çekmiş, yarım saatten fazladır tek noktayı izliyordum. Ettiğim banyodan sebep kurutmadığım saçlarım nemliyken ısıtma sistemi üşümemi engellemişti. O, telefonla konuşurken yarın sabah Kore'ye döneceğimizi işittiğimden siyah bir tişört ve siyah eşofmanla hiçbir şey olmamış gibi oturuyordum. Gözlerimin önünde katliam çıkarmamış, bir şehrin bir bölümünü yok etmemiş gibi. Buna sebep olmaktan yana pişmanlığım yoktu çünkü ölenler pek de iyi sayılmazdı. Ülkeye iyilik bile yapmış olabilirdi. Fakat tüm bu olanları en azından bu ülkede yapacağını düşünmemiştim. Herkesin bir sınırı, belli bir yerden sonra korkusunun olabileceğine inanırdım. Bu, çürüttüğü ilk inancım değildi. Anlaşılan, sonuncusu da olmayacaktı.

Gözlerimi yumarak kafamı dizlerime yaslarken yorgunluğun git gide üzerimde oluşturduğu baskıyı hissetmiştim. Jeongguk'u beklemeyi, o gelirse uyanık olmayı istiyordum. Fakat bir günden fazladır uyuyamayışım; üzerine, yaşadığımız şeyler yorgun zihnimin gittikçe mayışması için yeterli gelmişti. Bu sebeple dakikalar içinde beklemekten vazgeçip oturduğum koltuğa yayılmayı seçtim. Enerji toplamam gerekiyordu.

Gerçekleştirilmesi gereken tüm o şeyler için.

Ölü bir şehrin yaşadığını hissettiren yegane detay: dört bir yanı sarmış yağmur, yağmurun karıştığı toprak kokusuydu.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 30 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

stigmataHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin